top of page

“Şarkı Gibi Şarkılar” Nino Varon


Kadim dostu gitarıyla altmış yıldan fazladır müzisyenlik yapan, 70’li yılların Türk Pop müziğinin en önemli prodüktörü olan Nino Varon, yeni çıkardığı Şarkı Gibi Şarkılar albümü ile, müziğine ya da sözlerine dokunduğu şarkılarına uygun sanatçıları bir araya getirerek, özlem duyulan ‘naif’ duyguları, ‘insan belleğine’ hatırlatıyor. Nino Varon ile “Şarkı Gibi Şarkılar”ı dinlerken, bir yandan kahvemizi yudumlayarak, hayatı, geçmişi, aşkı ve müziği konuştuk.

Çok uzun süre adından söz edilecek bir albüm çıkardınız. Tepkiler size göre nasıl?

Albüm daha çok yeni ama edindiğim bilgilere göre “umut var” denilecek bir albüm. Her zevke göre bir şarkı koyduğumu zannediyorum. Radyolar genelde albümdeki şöhretlere yöneliyor; bu beni sevindiriyor ama tedirgin de ediyor çünkü kendime göre bu albümde bazı sürprizler hazırladım. Mesela hiç kimsenin bilmediği bir adam var albümde, minibüste tanıştığım Murat Yenyıl.

Çoktandır da şarkı söylemeyen kişiler var Fedon, Akrep Nalan gibi… Neler bekliyor bizi bu albümde?

Beni çok heyecanlandıran hem içerik hem de manevi olarak farklı sürpriz işler var. Mesela Nilüfer’den bildiğiniz “Boş ver” şarkısını, yakın zamanda bomba gibi albümü çıkacak ve benim çok sevdiğim Onur Mete’yi Zaz gibi düşünerek yaptım, çünkü Eurovizyon şarkısı olan “Boş ver”i geçebilecek başka bir düzen leme yöntemi düşünemezdim. Yakın aile dostumuzun oğlu Kaan (Tangöze) “Diley diley yar” şarkısını akustik olarak söyledi. “Diley diley yar” şarkısının benim için özelliği, Türklüğümü en çok vurgulayan şarkı olmasıdır. Bu şarkı, Fikret Kızılok’u ‘kıskandığım’ için bestelediğim bir şarkıydı. Albümde Sezen Aksu’nun yorumladığı “İmkânsızım” şarkısı önde gidiyor. Sezen Aksu bu şarkıyı kaydedip bana yolladığı zaman, şarkının kelimelerinin ne kadar önemli olduğunu gösteren bir versiyon karşıma çıktı. Aşkın Nur Yengi’nin muhteşem yorumuna ve Türkiye ötesi aranjmanına rağmen, Sezen Aksu’nun şarkıya kattığı sadelik, Edith Piaf’sı havası -ki bu benim stilimdir- beni büyüledi. Albümde temel hatları ile bir pop ve Akdeniz havası yaratmak istedim. Bu bağlamda Ziynet Sali “Hasret”, Fedon “Hastayım” ve benim seslendirdiğim “Bir kadın bu kadar özlenmez ki” şarkılarını 1 şarkı gibi düşünmek lazım. “Üşüyorum” şarkısı için aslında Kibariye’yi düşünmüştüm, hatta albüme bir Müslüm Gürses şarkısı da koymayı düşündüm ama o Akdeniz ve pop havası içerisinde kalmak istediğimden vazgeçtim. Metin Ersoy’un söylediği “Dans et benimle” şarkısı da var albümde. Maalesef yayınlanışını göremedi. Bulutsuzluk Özlemi’ne 60’lı yıllarda Beyoğlu’nda geçen günlerimi anlatan “Beyoğlu 1961” şarkısını yaptık, bence çok yakıştı. Nil Karaibrahimgil, Türkiye’de gençliğin simgesi olarak gördüğüm bir isimdir ve “Göreceksin kendini”yi yorumladı. Ve Candan Erçetin tabii... Candan Erçetin, “Söyle söyle sever mi” şarkısını yıllar evvel konuştuğumuzda söylemek istemişti. “Bonsoir” şarkısı ise, Fransa’da yaşayan bir zamparanın bir barda çapkınlık yapmasını anlatıyor.

Gerçekleştirmek istediklerinizin tamamını yaptınız mı bu albümde? Eksik kalan isimler var mıydı?

Ben vizyonumu ve bu albümü, bir tarafta “Diley diley yar” ile Anadolu kokan, diğer tarafta “Bonsoir” ile Avrupa ile buluşan, Akdeniz karakteri taşıyan bir anlatımın ifadeleri olarak tanımlıyorum. Bir şarkının nasıl halkla buluşacağını, insanların neyi sevdiğini anlayacak müzikal bir tecrübem olduğunu kabul ediyorum. Bu albümde de yapabileceklerimin önemli bir bölümünü yaptım. Hiçbir sanatçının peşinden koşmadım. Ajda Pekkan ve Tarkan da olsaydı tas tamam olacaktı bu albüm. Ancak albüm yapımı esnasında Candan Erçetin’in bana söylediği bir şeye çok hak verdim ve onu dikkate aldım: “Nino, biz çoğu projede zaten varız. Yenilere söyletirsen onlara da bir şans verilmiş olur.” Günümüzde pazarlama kısmını düşündüğümüzde yenilerin pek bir şansı yok. Albüm tanıtılması, hele dijital dünyada herkesin müziğe kolayca ulaştığı ve tasarladığı bir dünyada bu çok zor. Mecralar ve şarkılar bu kadar çokken, yenilerin aradan sıyrılması ise neredeyse imkânsız. Ben de bunu dikkate alarak Sezen Aksu, Nilüfer, Candan Erçetin, Nil Karaibrahimgil gibi isimlerin yanı sıra hiç bilinmeyen isimlere de albümde yer verdim. Albüm yayınlandıktan sonra beni niye almadın diye sitem edenler tabii ki oldu. Dile kolay yılların tecrübesi ve ilişkileri var. Ben de isterdim hepsiyle yapmayı ama bir noktada durmak gerekti.

Ne kadar sürdü albümün yapımı?

4,5 yıl kadar sürdü. Albümdeki içeriklere ve isimlere bakınca makul bir süre.

Albümünüzün adı “Şarkı gibi Şarkılar” çok iddialı değil mi?

Tabii çok iddialı. Bir tepki gelir diye de düşündük, ancak olumsuz bir tepki ile karşılaşmadık. Bugün sokaktaki insanla konuştuğumda “Hasret”i, her kültürden adam “Papatya falları”nı, “Çal çingene”yi biliyorsa, bunlar Türk Pop müziği tarihinde mühim şarkılar demektir. Bunlardan dört tanesi bu albümde olunca, ben de albüm ismine “Şarkı gibi Şarkılar” dedim.

Nasıl başladı müzik hikâyeniz, seçiminizden memnun musunuz?

On üç yaşında saçlarımı kaybettim ve kızlara kendimi sempatik göstermek için gitarla buluştum. O dönem aldığım bu kararın ne kadar doğru olduğunu ancak şimdiki gözlemimle yapıyorum. Bunu seçebilmek de şans tabii. Ebeveynlerimin o dönemdeki, belki saçsızlığımın toleransı sayesinde, şimdi sevdiğim işi yapabiliyorum. Kariyerime Odeon Müzik’te başladığımda yabancı şarkıları seçerdim. Türk insanının neye ilgi gösterdiğini, neyi dinleyeceğini seziyordum. Akşam ne yediğimi hatırlamam ama duyduğum ve beğendiğim düzenlemeleri, müzikleri asla unutmam ve onları birleştiririm. İşte benim özelliğim bu müzikal hafızadır. Parayı sevmem o da beni pek sevmez ama yine de idare ediyorum. Belki farklı bir alan seçseydim şimdi bir ‘fabrikatör’ olacaktım ve belki de sağlığımdan olacaktım… Ben müzikle işte tüm bunları attım.

Ne yapardınız çok paranız olsaydı?

Hobilerimi. Otomobiller, yelkenliler, gitarlar alırdım. Küçük ama ciddi bir stüdyo ve orada yapacağım tüm delilikleri hayata geçirecek de bir iki personelim olurdu. Oğullarıma ‘kıyaklar’ yapardım. Arzularımı gerçekleştirdikten sonra da mutlaka parayı dağıtırdım. Size göre prodüktörlük ne demek? Bizim işimiz şarkıyı yaratandan alıp, -her ne kadar ağır bir laf olsa da- ‘tımar’ etmekti. Söyleyecek şarkıcıya göre varsa sözlerde bir tadilat yapmak, melodisi bir düzenleme istiyorsa aranjöre bunun nasıl söyleneceğini hesaplamak ama en önemlisi o sanatçının, o şarkıyı taşıyıp taşıyamayacağına, kimliği, yüzü, yaşadığı hayatla örtüşüp örtüşmeyeceğine dikkat etmek. Bir şarkı bir sanatçıya yakışmalı. Söyleme tarzı önemli. Mesela Ajda Pekkan isyankâr kadındır. Füsun Önal çılgın bir kız, Tanju Okan ise bohem bir erkekti. İçerik ve tarz ile bunu sağlarsan artistin diskografisi devam edebilir. Çok zor değildi, başlangıçta bu, sınırlı bir alandı. Ajda Pekkan, Fikret Şeneş’in yazdığı şarkılarla müthiş bir öncü oldu. Nilüfer, seçtiğimiz şarkılarla naif başladı zaman içinde olgunlaştı. Tanju Okan tamamen kendini bana teslim etmişti. Yeşil Giresunlu ile yapılan ve benim onayladığım şiir bazlı çok ciddi prodüksiyonlar da vardı. “Yaş otuz beş”, “Sessiz gemi”, “Hancı” gibi.

Doksanlı yıllarda Büyükada’ya yerleştiniz. Özel bir sebebi var mıydı?

Ada hayatı nedir sizin için?

Geçenlerde öldüğünü yeni duyduğum bir arkadaşımla -ki cumarte si günleri bile çalışırdı- bir yerde karşılaştık ve sordum ona “Ne diye işe gidiyorsun? İhtiyacın yok. Al bir tekne, keyfini yaşa.” Bana, “Hayır Nino, yapamam” dedi. “Ben alıştım! Alıştım!” Ben bu alışkanlığı yaratmak istemedim kendimde. Adada yaşıyorum, “Nasıl yaşıyorsun?” diye soruyorlar. Evet, bir Arap turist baskını var. Buna mukabil, gezilecek tertemiz yollar ve alanlar da var. Fransızları örnek aldım. Bir süreden sonra kimse Paris’te oturmuyor, herkes şehrin dışına taşınıyor. İstanbul’da evini kiraya verip, adada çiçek gibi bir evde oturabilecek, benimle aynı kararı verecek bir topluluk hayal ettim, ama beklediğim gibi olmadı. Son zamanlarda işlerim için üst üste İstanbul’da oluyorum. Adaya dönünce deli diyecekler diye toprağı öpmüyorum. Burada elektrikli minik bir aracım var, yelken yapıyorum. Yelken yaparken elim denize değiyor, ‘newage’ dinliyorum, buzuki enstrümantal dinliyorum.

Çocuklarınızın müzikle arası nasıl?

İki oğlum var. Ben ikisini de gitar ile tanıştırdım ama kendi tecrübelerimden, bir eş için de ne kadar zor olduğunu bilmemden, müzik kariyerleri olsun istemedim. Çocuklarınıza enstrüman çalmayı aşılayın! Gitar yüz dolarlık bir alettir, bir kot pantolon fiyatı… Alın, duvara asın. Şimdiki çocuklar çok akıllı; içinde varsa, beş altı yaşında bilgisayardan akorları anlar, kendi kendine bile çalabilir ve belki de benim olduğu gibi, onun da kötü günlerinde en iyi arkadaşı olur.

Çok yalın bir anlatım var şarkılarınızda. Bu, yaşsız olmanızdan kaynaklanıyor olabilir mi?

Yaşsız olduğumu söyleyen çoktur. Kendimi 34 ile yaşım arasında bir yerde hissediyorum. Türkçe dilim o kadarına yetiyor. Kayahan’ı çok sever ve kıskanırım bu konuda. Kayahan tüm edebiyatçıların, tüm şairlerin eserlerini neredeyse okumuş biridir. Ben bu okumayı yapmadım. Buna rağmen şarkı yazarlığı yapabildiysem, bu, hayattan beslenebilen biri olmamdandır. İddialı değildir benim sözlerim. Benim şarkılarımı seviyorlarsa şundan dolayıdır: dinleyenlere hayallerinin anahtarlarını veririm. Sadece kapıyı açtırırım. Gerisi onlara ve onların hayal gücüne kalır.

Neler var gelecekte müzik ile ilgili?

Galiba bu kez bitirdim. Birkaç şarkı daha yazmam lazım ama ilham eksiğim var. Değişti müzik endüstrisi. Hoşlanmadığım bir hal aldı. Şarkı yazarsın istesen ama hem sanatçıya hem de dinleyiciye yazık. Eskisi gibi değil. Plağı alıp pikaba koyardın ve şarkıyı dinlerdin. Pikap iğnesi bile mühimdi. Ya da kartonette müzisyenlerin, aranjörün, prodüktörün adı olurdu. Bazen de şarkıcının mektubu. Hikâyesi ile ne dinlediğini bilirdin. Şimdi dijital ortamda belki müziğe ulaşmak daha kolay oldu ama eski tadı vermiyor. Sanırım artık duracağım.

EŞİNİZİ ÖZLÜYOR MUSUNUZ?

Tabii çok. Hala uğraşıyorum yokluğunu atlatmaya, ama olmuyor. Çünkü duygu adamıyım. İnsan çok büyük bir aşk yaşadıktan sonra tekrar kolay kolay sevemiyor. Eşim öldükten sonra yaşadığım dostluklardan da şarkılar çıktı tabii. Biz sanatçıları besleyen şey Aşk. “Bir kadın bu kadar özlenmez ki” en naif şarkıdır. Tasviri yoktur. Piyano çalmayı çok beceremeyen biri olarak, o şarkıyı düzenlemem kendi adıma ilahi bir şeydir. Aşktır. Şunu yazmıştım; “Aşk tenle başlar, kıskançlıkla artar, toleransla uzar, hepsi bu kadar” diye. Evliliklerde ve ilişkilerde bu uyumu yakalamak önemli, ben de yakalayabilenlerdendim. Eşim Jennyʼnin inanılmaz bir kimliği ve asil bir ruhu vardı. İnanılmaz bir hayat yaşattı bana. Herkes kaldıramazdı. Benim yaptığım işte etrafımda kadın artistler vardı. Gece müziği işi de yaptım. Çok geceler yalnız kaldı, bir kez olsun laf etmedi eşim. Bu kadın sevgilerin en büyüğüne layıktır ve ben bunu ona verdim.

“Aşk, tenle başlar, kıskançlıkla artar, toleransla uzar, hepsi bu kadar…”

"Bir şarkının nasıl halkla buluşacağını, insanların neyi sevdiğini anlayacak müzikal bir tecrübem olduğunu kabul ediyorum."

Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
WhatsApp Image 2020-09-08 at 20.52.59 (1

İLETİŞİM

Adres                              : Mohrey Sigariyot 7 Bat Yam-ISRAEL
Telefon                           :+97236582936
Mail                                :turkisrael@gmail.com

 

KÜNYE

İYT Web Sitesi Künyesi:
Editör                             :Av.Yakup Barokas
Grafik Tasarım              :Şemi Barokas 
                                          Ovi Roditi Gülerşen

© 2018 by Turkisrael.org

bottom of page