Nana Tarablus, otuz yılı aşkın bir süredir tanıdığım, acı, tatlı birçok anımızı paylaştığımız, Şalom Gazetesi/Dergisi’nden yoldaşım. Bu söyleşi ile, onu tanıyamayan veya az tanıyan siz sevgili okurlarımıza tanıtmak zevkini tadacağım. İşte yayınlanan beş kitabı ve renkli kişiliği ile Suzan Nana Tarablus.
Sara Yanarocak
Sevgili Nana, siz toplumumuzun, çok önemli ve tanınan bir siması olarak, İtahdut Yotsey Turkiya sitesinin okuyucularına kendinizi kısaca tanıtmak ister misiniz?
İstanbullu Sefarad bir aileye doğdum. Amerikan Kız Koleji’ni bitirdim. Çocuklarımı doğurduktan sonra İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi’nde Amerikan Dili & Edebiyatı okudum. Şalom Gazetesi’ndeki ilk yazım 1989 yılında yayınlandı. O zamandan beri yazıyorum. Gazetenin çeşitli kademelerinde yer aldım. Sabah, Milliyet, Nokta, Tempo gibi yayın organları için free-lance çalıştım. Yurt dışı gazete ve haber ajanslarında araştırma, haber ve yazılarım yayınlandı. Yurt içi ve yurt dışı basın organizasyonlarında görev aldım. Gazeteciliğe 10 yıl ara verip uluslararası bir kuruluşun danışmanlık ve iş geliştirme bölümünü yönettim. DERGİ Şalom’un yayın yaşamına başladığı 2010 yılından bu yana orada inceleme ve gezi yazılarım yayınlanıyor. 2016’dan beri, Nelly Barokas’tan devraldığım DERGİ Şalom’un Genel Yayın Yönetmenliğini sürdürüyorum.
“Bir Sabah Galata’da Uyandım” adlı ilk kitabımla başlattığım sözlü tarih çalışmasını, semtlerin özgün yapısını vurgulayarak, “Çek Kayıkçı Balat’a” ve “Kuşaktan Kuşağa Kuzguncuk Yolculuğum” adlı İSTANBUL ÜÇLEMESİ olarak nitelendirdiğim kitaplarla sürdürdüm. “Baba Bize Neden Dönme Diyorlar?” adlı çalışmamda Dönme / “Selanikli” veya “Sabetayist” diye adlandırılan topluluğa ışık tutmaya çalıştım. Son olarak yayınlanan “Anlatmak İçin Yaşadım”, I. ve II. Dünya Savaşları arasındaki süreç ile savaş sonrasında Bulgaristan – Yunanistan – Türkiye üçgeninde geçen bir yaşanmışlık, bir aile serüvenidir. Kitaplarımda sosyal, kültürel, ekonomik ve politik gelişmelerinin izinden giderek, İstanbul’daki Yahudi kültür mirasının açığa çıkmasına katkıda bulunuyor.
Son iki yıl içinde, Türk Yahudi toplumunun köşe taşları olan ve yüzyıllarca yaşamış oldukları İstanbul’un değişik semtlerine yoğunlaşarak çok önemli üç kitap yayınladınız. Bu kitaplarla, Galata, Balat ve Kuzguncuk gibi değişik semtlerde yaşamış yaşlı veya orta yaşlı kişilerle yaptığınız söyleşiler, beni sokak-sokak, canlı canlı hissederek o yerlerde gezdirdi. Bu kişilere ulaşmak, konuşmak, derlemek… bu yolculukları bizimle paylaşır mısınız?
Enteresan ve çok zenginleştirici bir yolculuk oldu. Bazı kişiler tanıdıklarım arasındandı. Kimisini de söyleşi yaptığım kişiler tavsiye etti. Öyle ki konuları ele alır almaz, onlarca kişiye ulaşma şansım oldu. Ulaşmak ve konuşmak çok kolaydı ama işin zoru bu söyleşileri derleyip bir araya getirmek oldu. İstanbul’un kentsel belleğinde önemli yerlere sahip bu mahalleleri ele alırken, Yahudi toplumunun kültürel belleğinin de ortaya çıkmasına çalıştım. Bireysel anlatılarla Yahudilere dair bilgi birikimlerini yaşamlardan hatıralarla birleştirerek, okurların Galata, Hasköy-Balat, Kuzguncuk-Yeldeğirmen’deki yaşam deneyimlerine tanık olmalarını sağladım.
Geçtiğimiz aylarda, yıllardır gizemini korumuş, adeta kendilerine aşılmaz duvarlar inşa etmiş Selanikli’lerin ve diğer bir söyleyişle Sabetayist’lerin, yüksek ve aşılmaz duvarlarında gedikler açmayı, içlerine az da olsa süzülmeyi başardınız. Bu nasıl oluştu? Manilerle karşılaştınız mı?
Selanikliler/Sabetayistler konusunu seçmek kendime bir meydan okuma idi. Başaracaktım, ama nasıl? İlk söyleşiler zor oldu. Bu kapalı toplumun bireyleri asırlar boyu ailelerinin gizlediklerini açığa çıkarmakta zorlandıklarına şahit oldum. Konuşmayı reddeden birkaç kişiden sonra yavaş yavaş ilerlemeye başladım. Bu konuda Amerika’daki “Society for Sabbatean Studies” (Sabetay Çalışmaları Vakfı) adlı bir platformun başkanı Uluç Özüyener’den büyük destek aldığımı şükranlarımla belirtmeliyim. 1930 ila 1985 doğumlular arasında geniş bir yaş yelpazesini kapsayan 28 röportaj ile kitabımı kapatmak durumundaydım. Bu konuda ilerleyebilmenin anahtarı kişilerin güvenini kazanmamdı. Her birini, anlattıkları arasından yayınlanmasını istemediklerini yazmayacağıma ikna ettim. Arzuları doğrultusunda adlarını da afişe etmeyerek güvenlerini boşa çıkarmadım.
Aslında, bu kitabımı diğerlerinden farklı kılan, çok sayıda Selanikli’nin ilk kez konuşmuş olması… Literatürde bu bir ilk olduğundan yurt dışından da ses getirdi. Kitabımın İngilizce tercümesi Europe Books tarafından satışa çıktı. Konu ile ilgili Belgrad Üniversitesi’nin Mayıs ayında düzenlediği “Balkan Sefaradları” Konferansı’ndaki sunumum çok ilgi çekti. Aralık ayında da Bar Ilan Üniversitesi, Salti Enstitüsü’nde bir konferansım olacak. Ülkem sınırlarının dışına çıkmak, dünyaya açılmak çok hoş bir duygu. Hayırlısı…
Bu kitapta insanların, özellikle son kuşakların, bu işten uzaklaşmaları veya bıkkınlıkları göze çarpıyor. Dikkatimi çeken diğer bir şey ise çoğunun ateist olması. Yani dinlerden ve inançlardan istifa etmiş gibi bir halleri var…
Aslında, Selaniklilerin özellikle Karakaş kolundan olanlar arasında Sabetay Sevi’nin inancını sürdüren bir grup var. Duaları, ritüelleri takip etmeyi, kendi aralarında evlenmeyi sürdürüyorlar… Onlar doğal olarak çok daha ketum. Selaniklilerin Yakubi kolu ise Cumhuriyet döneminden itibaren aidiyetlerini geride bırakıp birer seküler Müslüman olarak görünmeyi seçtiler. Kapancı grubu arasında ise varyasyonlar var. Özellikle genç kuşaklar genellikle köklerinin ve aidiyetlerinin peşindeler. Bu arayış bazı Selaniklilere “ateist” görünümü verse de inançsız değiller. Yahudilik ve İslam arasında kalmış, var oluşlarını sürdürebilmek için asırlar boyu gizlenmek zorunda kalmış bu toplumun bireylerinin, geçmişin travmalarının üstesinden gelmek için daha laik-seküler ve evrensel bir bakışa sahip olduklarını düşünüyorum.
Aidiyetlerin öne çıktığı son yıllarda, özelikle Sefaradlara verilen İspanyol ve Portekiz pasaportu haklarını da göz önünde tutarsak, Selaniklilerin de Sefarad geçmişlerinin, beş yüz yılı aşkın bir geleneğin, bir mirasın peşine düştüklerini, bu esnada da dini öğretilerden kaçındıklarını doğal olarak karşılamalıyız. Edindiğim duyguya göre kendilerinden “ateist” olarak söz etseler bile bütün Selanikliler gibi aslında kendilerini etnik ve kültürel açıdan “Yahudi” olarak nitelendiriyorlar. Özetleyecek olursam, Selaniklilerin din seçimi konusunda travmatik olduklarını söylemek kanımca sıradan bir gerçek!
Sizi yaklaşık 30 küsur yıldır çok yakından tanıyorum. Nelerin üstesinden geldiğinizi, çok sağlam ve üretken bir çalışma disiplininiz olduğunun da çok yakın tanıklarındanım. Bu dinamo gibi yaratıcılığın motivasyonunun kaynağı nedir?
İltifatlarınız için teşekkür ederim… Her kadın gibi dik durmak, çalışmak, üretmek, çocuklarıma, çevreme ve dünyaya iyi bir örnek olmak istedim, aklım ve kalbimle!
Yaratıcılığımı, arayışlarımın yönünü değişken tutmayı sanırım içimdeki disiplinli, meraklı, çalışkan, lakin biraz da muzip çocuğa borçluyum. Bir projeye başladığım zaman, sonrasında takip edecek konuyu düşünmeye başlarım, ara vermek günahmışçasına… İlgi ve heyecan duyduğum bir konuyu ele aldığımda önce çatısını kurar, sonra da içeriğini doldurarak ilerliyorum. Elbette bu keşif süreci, öğrenme arzusu bana keyif ve mutluluk veriyor… Sanırım, DERGİ’yi ve kitaplarımı bu plan-proje geliştirme dürtüsüyle sürdürüyorum.
Şalom DERGİ’nin bir yazarı olarak, yönettiğiniz dergide ne denli evrensel, kültür çeşitliliğine ait konuları içeren ve bu konuların ehli kişilerin yazmasına ön ayak olduğunuzu biliyorum. Sanırım bunun için de farklı bir fikriyatınız ve yaratıcı duygularınız var. Biraz açabilir misiniz?
Bana göre kültür din-dil-toplum ayırdını taşımamalı, sınır tanımamalı; dar alanda kısa paslaşmalar içinde olmamalı. Mottom, “The sky is the limit”! Kısacası gökyüzünün altındaki her şey kültürün bir parçası olabilir… Her konuda yazan nitelikli yazarlara kapımız her zaman açık. Unutmayalım ki bu doğrultuda DERGİ her yazarın kendi çevresine de ulaşmış /okunmuş oluyor. Her daim daha geniş kitlelere ulaşmak, hem kendi içimizden bilgiyi hem evrenin kültürel yelpazesini kapsayarak okurlara sunmak amacındayız. Bu konudaki düşüncelerime destek veren DERGİ editörü Gila Erbeş ile tüm yazarlarıma ve tabii ki günden güne kalitesi artan grafik tasarımları için Bella Parlakşimşek’e şükran duyuyorum.
Son kitabınız olan “Anlatmak İçin Yaşadım”, kendisini yakından tanıdığımız “Mimika” – Miryam Saltiel Fridman’ın öz yaşam öyküsünden kesitlerdir... Bu kesitlerle birlikte Türk Yahudi toplumunun Holokost içinden geçtiği iyi ve kötü günler aktarılmış. Bu biyografik kitabı yazmanın esini nereden geldi?
Geçtiğimiz Nisan ayında Mimika, DERGİ’nin yayın yönetmeni olarak beni davet ettiğinde bildiklerini, yaşadıklarını anlatacak bir röportaj yapmamı rica etmişti. Onunla buluşup uzun uzun konuştuktan sonra anlatılarının ancak bir kitaba sığabileceğini söylediğimde şüphesiz ki çok sevindi. Sağlığı elverdiğince Mimika ile günler, aylar boyu konuştuk ve sanırım alnımın akıyla ona anılarını teslim edebildim.
“Anlatmak İçin Yaşadım” bir ailenin yaşanmışlıklarını, aile serüvenini yansıtırken, aynı zamanda bir dönem tanıklığıdır. Balkanlar’da vuku bulmuş her olay gibi, Saltiel ailesinin ve çevrelerindeki insanların öyküsü de Türkiye’nin yakın tarihinin bir parçasıdır. Bu kitapta Yunanistan’ın işgalini, Kavala’nın tütününü, Beyoğlu’nun moda dünyasını, Nazilerden kaçabilen ve kaçamayanların hikâyesini okuyoruz.
Sevgili Nana sizin bir gökkuşağını anımsatan çok yönlü, çok hikâyeli, çok maceralı bir yaşamınız oldu/olmakta. En başta iyi bir evlat, iyi bir kardeş, çok iyi bir anne ve babaanne olduğunuzu, her biri uğruna verdiğiniz sevgi ve çabaların yakın tanıklarındanım. Bu karpuzların hepsini bir koltuk altında taşırken, diğer farklı karpuzları düşürmeden taşımak için gereken dengeyi nasıl sağlıyorsunuz?
Bilmem… Bu doğamdan kaynaklanıyor sanırım. Sorumlulukların ve görev bilincinin öncelikli olduğu bir zaman diliminde doğup yaşadım. Benim için ailem her zaman çok önemli oldu. Şimdi de hayatımın en önemlileri çocuklarım ve torunlarım… Kimi kez parçalandığımı hissetsem de genellikle kalbimin bana yön vermesine izin verir, konfor alanına hiç sığınmamayı seçtiğimden olacak, her dönemin kendi şartlarına ayak uydurmayı çabalayarak dengede durmaya çalışıyorum.
Bir seyahat tutkunu ve çağdaş bir Evliya Çelebi olduğunuzu biliyorum. Size gerekli enerjiyi depolayan bu seyahat ve arada bir verilen küçük bir mola ile soluklanmak olabilir mi?
Hayata mola vermek, soluklanmak tabii ki bedenim ve ruhum için ne kadar önemliyse de “insan” unsuruna inancımı hep diri tutuyorum. “İnsan” nerede, hangi ülkeden olursa olsun, benim için çok önemli. Tüm dünya insanlarının aynı varoluş çabasında, benzer mücadelelerde olduğunu deneyimliyorum. Doğanın değerini, kadın mücadelesini, eğitimin kaçınılmazlığını, aklın ve bilimin önceliğini özümseyerek, çağımızın hastalığı olan antisemitizm, ayırımcılık, ötekileştirme gibi kavramların ne kadar yersiz olduğunu anlamaya ve anlatmaya çalışıyorum. Enerjimi ise daha önce belirttiğim gibi içimdeki macera seven, yaşam sevinciyle dopdolu çocuğa borçluyum.
Sevgili Nana son olarak; İYT kanalı ile okuyucularınıza bir mesaj göndermek ister misiniz?
Şöyle bir mesaj olabilir:
“Sevdiğiniz kişilere, konulara, işlere sımsıkı sarılın, üretmeyi her daim sürdürün ve yaşınız ne olursa olsun bunlardan asla vaz geçmeyin.”
Ben böyle yaşıyorum ve yaşamımın her anını değerli kılmaya çalışıyorum!
Comments