
(Yazarı sesli dinlemek için tıklayınız)
Sosyal Gelişim mi, Doğaya İhanet mi?
(Assos’u Kurtarmak)
Tüm dünyada doğaya saygı ve koruma duyarlılığı artıyor. Hükümetler, uluslararası kurumlar hatta hassas karakterli milyarderler küresel ısınma ve doğal yaşamın kaybı tehlikesine karşı çevreci beton kullanımından tutun da, geniş arazilerde yeniden yaban hayatı canlandırmaya varıncaya bir dizi tedbir alıyor, yatırımlar yapıyorlar.
İngiltere’de “doğal güzelliğe” sahip; alanlarda inşaat tamamen yasak. İsrail’de yeni kurulan Bennett hükümetinin doğaya saygısı solcu Meretz Partisinin başkanı sıkı çevreci Tamar Zandberg’i “Çevre Koruma Bakanı” tayin etmelerinden belli. Fransa’da çevre ve doğayı en fazla sahiplenen aktivistler genellikle Ekoloji Bakanı oluyorlar.
Türkiye’de doğa ve çevre politikaları ekonomik kalkınmaya, istihdam yaratmaya ve sosyal gelişmeye kurban edilmiş. Geçtiğimiz günlerde ziyaret ettiğim Bodrum’un Gündoğan Koyu bir örnek.
40 yıl kadar önce birkaç balıkçı barınağı dışında hiçbir yapıya rastlanmayan, yamaçları suya neredeyse dik inen şirin yöre, tamamen kooperatif evleri, lüks siteler ve otellerle doldurulmuş. Bazı yerlerde denize kadar uzanan tahta güverteli “beach”ler artık kumları örtmüş, tek tük palmiyeler Bermuda havasını kısmen yaşatıyor sakinlerine.
Haz duymadık mı? Kesinlikle hoş, dostane ve yemekleri kaliteli. Yıllardan beri görmediğimiz onlarca arkadaşla birarada bulunmak, sohbet etmek ve nostaljik takılmak için bulunmaz fırsat. Üstelik 23 C ile suda saatlerce kalmaya uygun (bir bot refakatinde karşı yakaya kadar yüzmek, üçgen çizerek başladığım noktaya dönmek Gündoğan’ın zirvesiydi benim için).
Fakat toprak kokusu kalmamış, kadim ağaçlar bitmiş, cıvıl cıvıl ev ışıkları yüzünden gece karanlığı yok olmuş. Doğayı bulmak için hakim tepelere, Torba yönünde ormanlara veya 100 km içerilere gitmek gerekiyor.
Bodrum yarımadası, yalnız İstanbul’un değil, Londra veya Paris’in en şatafatlı semtlerini aratmayacak mağazalara, restoranlara ve gece klüplerine sahip.
Bundan zevk alanlar için tüm bir yaz geçirmeye değer. Tüm bir ömür geçirilir mi? Şüphe ederim. Kesif insan yoğunluğu karada su sıkıntısı, denizde kirlilik olarak gösterecektir kendini, 10-20 yıl sonra.
Assos yöresinde köyümüze döner dönmez doğanın, ağaçların, kuş seslerinin ve diri suların ortasında bulduk kendimizi. Fakat buralara da göç baskısı giderek artıyor. Köy evleri ateş pahası, sahil boyunca restoranlar salaşlıktan gurmeye terfi ediyor ve Çanakkale ili Türkiye’nin tamamından fazla “eko-turizm” izni alan projelere ev sahipliği yapmaya aday.
Üstüne üstlük Kuzey Ege’nin en değerli arkeolojik sitlerinden birinde, Assos’da, projesini kimselerin görmediği dev bir alan kaya deliciler ve iş makineleri ile açılıyor.
Bu tarz ‘’gelişmelere’’ karşı çıkan veya altın madenlerini durdurmak isteyen çevre aktivistlerini gönülden destekliyorum.
Fakat yöreye hücumu durdurabilir miyiz? Yavaşlar fakat son bulmaz. Kentten müthiş kaçış var. Bu kapsamda geniş kıraç arazileri canlandırmak amacıyla yapılan doğa dostu (nispeten) yatırımlara karşı değilim. Yeter ki parayı bastıranlar çevreye saygı duyan, işsiz köylüye iş sağlayan ve yöreye değer katacaklardan olsun.
Tabiatla başbaşa yaşama sevdası uğruna doğaya ihaneti nasıl engelleriz? İlk elde doğru yasalarla. Fakat çevre aktivistlerinin ve kamuoyunun çoğunluğunun bu konuda iktidara ve Meclisine pek güveni yok. İşi doğrudan ele almayı, protesto düzenlemeyi ve yargıya başvurmayı tercih ediyorlar. Haklılar!
Türkiye’nin en bakir ve güzel yörelerinden biri hızla değişecek önümüzdeki 5-10 yıl içerisinde. Sonucu bilinen ve doğaya ihanet etmeyen yatırımları desteklemek görevimiz olmalı.
Aksi takdirde geleceği görmek için bugünden Gündoğan’a gitmek yeterli.
Comments