top of page

“Savaş Sanatı” üzerine…





Dünya tarihinin en büyük belâları arasında gördüğüm savaşların yürütülmesi de belirli beceriler gerektirir… İşte bu konuda ilk önemli/kapsamlı çalışma, MÖ 6. yüzyılda Çinli bilge Sun Tzu tarafından kaleme alınmıştı. Silahlı kuvvetlerin temel ilkelerini ortaya koyan, Çince söylenişi “Bingfa” ile “Savaş Sanatı” adıyla bilinen bu kitap, 13 bölümden oluşurken, her biri farklı askeri strateji ve taktileri içeriyor.

 

Sun Tzu’ya göre bir savaştan galip çıkmak için, şu beş ana etkenin irdelenmesi ve uygulanması gerekir:

 

1. “Dao”, yani halkın yöneticileriyle uyum içinde birleşmesini sağlayan ortak dava – öyle ki savaşçılar, kendi yaşamlarını bile hiçe sayarak başkanı takip edecekler ve her türlü tehlikeye göğüs gereceklerdir…

2. Gök; gece ve gündüzü, soğuk ve sıcağı, vakti ve mevsimleri belirtir…

3. Yer; uzağı ve yakını, tehlikeli ve güvenli araziyi, açık araziyi ve dar geçitleri, yaşam ve ölüm fırsatlarını kapsar…

4. Komutanlık; erdemliliği, içtenliği, gönüldaşlığı, cesareti ve kesin kararlılığı temsil eder…

5. Düzen; ordunun alt bölümlerinin düzenlenmesi, subaylar arasından rütbelerin sınıflandırılması, orduyu destekleyen ikmal yollarının bakımı ve askeri harcamaların denetimini içerir.

 

Bazı bölümleri günümüzde dahi çeşitli askeri akademilerde okutulan bu kitap 1772 yılında Fransızcaya çevrilmiş, 1910'da “The Book of War” adıyla İngilizce olarak yayımlanmıştır. Çinli komünist devrimci Mao Zedong, Japon askeri soylu Takeda Shingen, Vietnamlı komutan Võ Nguyên Giáp ile Amerikalı generaller D. MacArthur ve N. Schwarzkopf Jr. gibi askeri liderlerin bu kitaptan ilham aldıkları belirtilmektedir.

 

“Başkomutanlar”

 

Tarihe geçmiş bazı önemli askeri güçler ve komutanlarının ise zaferlere hangi kuramlara göre ulaştıklarını hep merak etmişimdir…

 

…örneğin Isparta ordusu, savaşçı bir toplumun disiplinleri ve onuruyla eğitilmiş yurttaşları olan Isparta devletinin merkezinde yer alıyordu. Ergenlik döneminden başlayarak askeri talimlere tabi tutulan erkek askerleriyle, Perslere karşı savaşlarında efsanevi bir konuma erişmiş, Antik Çağ’ın en korkulan ve en zorlu askeri güçlerinden biri haline gelmişti. Bu dönemin hemen ardından, ordularıyla Makedonya’dan çıkıp Çin sınırlarına kadar dayanan bir imparatorluk kurmuş olan Büyük İskender (MÖ 356–323) ve Akdeniz’in tüm kıyı ülkeleriyle Manş denizine kadar Batı Avrupa’yı fethetmiş olan Jül Sezar (MÖ 100-44) da bu dönemin “savaş sanatı virtüözleri”ndendi! – Moğol İmparatoru Cengiz Han (1162-1227), Bering Boğazı’ndan Doğu Anadolu’ya kadar uzanan fetihleriyle, Orta Çağ’ın kuşkusuz en gaddar ordusunun komutanı olarak savaşlar tarihine geçmiştir.

 

 

Yeni Çağ’ın denizde en başarılı askeri, İngiliz Donanması Amirali Horatio Nelson (1758-1805), karada ise, Napoleon Bonaparte (1769-1821) olmuştu… Öte yandan, savaş kuramları ve taktiği konusunda askerlik tarihine nice önemli yapıtlar kazandırmış olanlar, Prusya Generalleri Clausewitz (1780-1831) ve Moltke (1800-1891)’dir kuşkusuz.

 

 

İşte bu Alman savaş geleneği ile Osmanlı ordusunun ıslahına, 1835 yılında Helmut v. Moltke’yi İstanbul’a davet etmesiyle II. Mahmut başlamış, ardından Carl v.d.Goltz “Paşa” (1883-1895) ve Liman v.Sanders (1913-1919) Türk ordularına önemli katkılarda bulunmuşlardı… Bir asır kadar süren bu gelenek, T.C. son temsilcisi olan General Hilmar v.Mittelberger (1933-1939) ile sona erdi. Ayrıca belirtmeye gerek yoktur ki, 1905 yılında Harp Akademisi'ni Kurmay Yüzbaşı olarak bitiren Mustafa Kemal, hemen ardından merkezi Şam'da bulunan 5.Ordu'da göreve başlayarak, 18 yıl sonra kuracağı Cumhuriyet’in en başarılı “Başkomutanı” olacaktı!

 

 

Yakın tarihte öne çıkan en önemli generaller, kanımca 1861-1965 ABD İç Savaşı yıllarında Kuzey Orduları Komutanı H.U. Grant ile her iki Dünya Savaşı’nın yanı sıra Kore’de de öne çıkmış D. MacArthur ve II.D.S. kahramanı G.P.Patton olmuştur…

 

 

“Savaş sanatı”nın yükselişi ve düşüşü!

 

İsimlerle ilgili bu kısa (ve bu köşeye sığmadığından, kapsayıcı olmayan) bakıştan sonra, tarihteki savaş türlerini de kısaca irdeleyelim:

 

“Geleneksel” olanlar, tabii ki ok/yay/mızrak’tan sonra ateşli silahlar, yani top ve el bombalarıyla makineli tüfeklere geçmiştir. – Ardından uzun menzilli füzeler ile “balistik” çatışmalar geldi! – 1945 yılında başlamak üzere nükleer ve biyolojik silahlar ile “kitle imha amaçlı” savaşları (şükür, ancak pek nadir olarak!) görüyoruz. – 1960’lara girdikçe silahlardan öte, gizli bilgi edinme, teknoloji ve casusluğa dayanan “soğuk” savaşlar da nice ölümlere yol açmaya başlar... – Aynı sıralarda, o zaman “modern” olarak bilinen, ancak Roma İmparatorluğuna karşı (bkz: Asterix!) bile sürdürülmüş “gerilla” (= “küçük”) savaşlarına geçildi ki, buradan da “terör” eylemleri türeyecekti. Bu türdeki saldırılarda en güçlü silahlar ise bizzat insanlar, yani “canlı bombalar” oluyordu – örnek: 11 Eylül 2001!

 

 

Şimdi ise gelelim “postmodern” savaş yöntemlerine: Bunları iki ana gruba ayırmak istiyorum: İlkini kısaca “dijital” olarak tanımlayabiliriz ki, burada sanal ortamda, örn. hackerler tarafınca saldırılara geçiliyor, virüs ve trojanlar gönderiliyor – üstelik, “AI” = yapay zekâ türevi, bu alanda daha da çok geliştirilmeye gebedir… Diğer yöntem ise, son zamanlarda çok konuşulan “psikolojik” savaştır. Çağdaş bir örnek mi istersiniz? Basında her gün çıkıyor aslında – İsraelli sivilleri/çocukları öldürmek için, Arap sivillerinin/çocuklarının içine yerleşmek ve onları canlı siper olarak kullanarak, roketleri oradan fırlatmak. Sanki sivil halkın arasına karışmak, keza okul ve hastanelerde saklanmak, Hamas üyelerine bir “bağışıklık” kazandırıyor! Üstelik, ellerine geçirdikleri kadınları, bebekleri, yaşlıları ve ülkesinin sınırlarını korumuş olan (kimi genç kız) askerleri bu ortamlardan kurtarmaya gelen ordu birlikleri içeriden ateşe tutulduğunda, sözde “273 Filistinli”nin yaralanması/öldürülmesini, “soykırım”ın bir parçası olarak ortaya atmaktan çekinmiyor bazı çevreler! Böylesine yapay bir “acındırma” sonucu para karşılığı tutulmuş kışkırtıcılar ise, “river” ve “sea”nin nerede olduğunu bilmeyen ABD’li öğrencileri, kimi saf akademisyenleri kampüs alanlarıyla sokaklara döküyor…

 

 

İşte, asırlar/binyıllar içinde gittikçe yetkinleşen savaş “sanatı” bir yana, koca bir ulusu denize dökmek isteyen barbarların sözüm ona “psikolojik” savaş yöntemleri, bu şekilde günden güne daha da bayağılaşmaktadır!

 

 

“Bitti mi?” diyeceksiniz… Hayır, “bitmedi!” Hamas gibilerinin kullandığı bir diğer yöntem de “yalan”dır! Kesinlikle ayrımcı olmaksızın, Arap halkının yalanları pek sevdiğini, 1967 savaşının başında da gördüğümüzün altını çizmeden edemiyoruz: O yılın ilk Haziran günlerinde ciddi günlük gazetelerde okuduklarımıza göre, İsrael’de taş taşın üstünde bırakılmıyordu – ta ki uluslararası haber kaynaklarının gerçekleri aktarmasına kadar…

 

Ne yazıktır ki başlı başına bir belâ sayılan “savaş sanatı”, Gazze ve çevrelerinde tam anlamıyla ilkel bir “bon pour l’Orient” durumundadır!

 

 

 








Comments


Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page