top of page

Rakı’ya “yatırım”



İki binli yılların başlarında Şalom Gazetesi’ndeki “nitelik...” köşemde her yaz bir Burgazadası yazısı yayımlardım. Artık bir gelenek haline gelmiş olan bu çiziktirmelerde Ada’nın güzelliklerini anlatır, bazen çirkinliklerine de değinirdim... Tanrıya çok şükür, özellikle hafta arası bu küçük adamızda çirkinlikler artmadı – adayı her yıl kâh mimar, kâh tarihçi olarak değerlendiren gelinim, “İstanbul’un bu denli yozlaşmasına karşın, adanız kendini nasıl da koruyabiliyor...” şeklinde şaşkınlığını gizleyemiyor – aman, nazar değmesin!



Gerçekten de Burgazadası, diğer üç komşularının sanki gölgesinde kalıyor - daha çok Arap turistlerini ve denize girmek isteyen İstanbulluları saat başı adalara taşıyan vapurlardan Burgaz’da inenler çok sükür azınlıktadır... Ancak Cumartesi akşamı/gecesi gelmesin! Gerek kendi tekneleriyle, gerekse Anadolu yakasından yolcu motorlarıyla Ada’ya akın edenler, sahildeki restoranları hıncahınç doldurup bu şeridi adeta Sulukule’ye çeviriyor. O gece Burgazadalılar dışarıda yemeğe gitmezler - ortam ve fatura konusunda “dayak yemeye” niyetleri olmadığı için...



Canlı bir etnografik müze: Burgazadası başlıklı kitabımda, Ada’daki restorancılığı üç ana evreye ayırmıştım. Bunları, Rumların (ve kısmen Ermenilerin) öncülüğündeki 1974 öncesi “otantik” dönem, “tepsi mezeciliği”nin hakim olduğu 1974-2000 dönemi ve 2000’li yıllarda başlamış olan “özgün meze” dönemi olarak adlandırabiliriz... Ne ki, daha çok 2010 yılından başlamak üzere bir çeşit meyhane havasını estirmeye çalışan “curcuna” dönemi, kantarın topuzunu kaçırdı: Haydi, eller havaya ve ayaklar masaya!!



İşte bu nedenledir ki, bizim gibi eski adalılar meyhaneye ancak Pazartesi-Perşembe aralığında gideriz. Ve, içinde üç parmak Yeşil Efe’nin kaldığı, üzerinde adımın yazılı olduğu büyük rakı şişesini bir sonraki yılın ilk ziyaretimizde yeniden masaya getirir sevgili Rasim, eşi Canan’ın hazırladığı özgün mezeleriyle... Gerek rakıya, gerekse ”Fincan” meyhaneye yaptığımız yatırım, değiyor kuşkusuz!



Pandemi dönemi ile adalardaki kiralar roket gibi yukarıya fırladı bundan bir yıl önce ve Burgaz’ımızı da kışlık mekân seçmiş olanlar çoğaldı... İlginçtir - bundan 10 yıl öncesine kadar Ada’da yaz-kış oturan Alevi aileler, kış aylarını Anadolu yakasında geçirmeye başlamış, onların yerini son bir yıldır daha çok beyaz yakalılar ile kimi “home-office”ci ve “entel” kesim almıştır. Bunların yanı sıra, megapolün har-gür’ünden kaçmayı yeğlemiş olan bazı yabancılar (nam-ı diğer “expat”lar) da Burgaz’ı sevmişler ve seçmişler, böylece Ada’mızın yaşamını renklendirmişlerdir... Bunların arasında A.H.Tanpınar ve S.F.Abasıyanık’tan Hakan Günday’a kadar İngilizceye çeviri yapan Alex ile çocuklara, hatta büyüklere masal anlatan Judith gibileri de var – maşallah!



Yetti mi? Yetmediii... 12 Ağustos akşamı Burgaz Adalar Su Sporları Kulübü’nde naçizane başlatmış olduğum(uz) kitap tanıtım, okuma ve imza günleri, çok geçmeden Büyükada ve Kınalıada’ya da sıçramış, Prens Adaları’na değişik entelektüel bir çehre de kazandırmasını bilmiştir...



Sevgili köşe-daşım Aylin Yengin’in yazılarının son paragrafına koyduğu gibi “demem o ki”, Ada sadece deniz, rakı ve meze değildir!



Bu satırları Burgazadası’nda Erev Roş Haşana’da kaleme alırken, yeni yılda tümünüze sağlık ve mutluluklar diliyorum...

Commenti


Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page