top of page

Provokativ güncel yazı




2022 yılının hepinize sadece güzellikler getirmesini dilerken seneyi provokativ -ve uzun- bir yazıyla açmak istiyorum.


Whitney Green; otuz bir yaşındaki bu Amerikalı genç kız, dört sene kadar toplum terapisti olarak çalıştıktan sonra işini braktı. Halen İtalyanın Roma kentinde kız arkadaşıyla oturuyor, Trevi Çeşmesi ve Piazza Navona arasında piyasa yapıp, birikimleriyle yaşamını sürdürüyor. Hayatından memnun.


Cory Gabrielsen,30 yaşında, zırai teknoloji şirketindeki güzel işini braktı. Şimdi Twitter hesabından Ethereum kripto paranın hareketliliğini takip ederek evinden geçimini sağlamaya çalışıyor.


Time mecmuasından aldığım bu güncel örnekleri çoğaltabilirim.

Halen ABD’de 14 milyon kişinin üstünde bir kitle ne çalışıyor ne de iş arıyor. Büyük çoğunluğu yirmili, otuzlu yaşlarında.

Bu durum, -durum diyorum zira parazitlik desem “politically correct” davranmamakla suçlanabilirim- sadece ABD’ye özgü değil tabii. Ülkemizde işçi bulmak, hele fiziki çalışmaya hazır Yahudi işçi bulmak deveye hendek atlatmak gibi birşey, bilirsiniz.


Bu provokativ satırlarımla büyük bir kısmınızı karşıma alabileceğimi biliyorum. Bu yazımdaki görüşlerim bazılarınızı kızdırsa bile -ki dilerim kızdırmaz- amacım sizleri düşündürmek -benimle aynı fikirde olmasanız bile. (Şu anda düşünme modunda değilseniz yazıyı brakmanın tam zamanı!).


Düşündürürken popülist, liberal, ilerici, entel ve aydınlık görüşlü ambalajda bize sunulan yaşam tarzının “tek doğru” olmayabileceğini de hatırlatmaya çalışmak. Toplumca daha güzel bir yaşam için insanlara bazı sınırlar koymanın ille de çok kötü birşey olmayabileceğini dile getirmek.


Gelişmiş ülkeler İkinci Dünya Savaşından sonra göreceli olarak barışın hüküm sürdüğü, ekonomik refahın arttığı bir zaman diliminde yaşıyorlar. Teknoloji hiçbir neslin görmediği bir ivme ve süratle yaşamımızı kökünden değiştiriyor. Popülizm bu sayede sosyal medyanın da desteğiyle gayet etkili ve süratli bir şekilde yayılabiliyor. Değer yargıları köklü değişikliklere uğruyor. Sınırsız hürriyet, bireyin tam bağımsızlığı, herşeye, herkese ve topluma üstünlüğü, aşırı özgüveni, merkez bencilliği, sınır tanımamazlığı iktidarda. Ama bilmiyorum yarının toplumu için doğru yolu işaret ediyor mu? Ayrıca bireye mutluluğun yolunu açıyor mu? Emin değilim.


Birkaç örnekle açıklamaya çalışayım.

İlk örnek yine çalışmayla ilgili ve yakın çevremden olsun.

Türkiyede doğan ve yaşayan babalarımızın neslinin büyük çoğunluğunun yaşam amacı savaştan çıkan, pek bir maddi birikimi olmayan bir toplumun bireyleri olarak çok çalışmak ve ailelerine en iyi hayatı sunabilmekti. Büyük bir kısmı bunu becerdi. (Bu gerçek Türkiyede yaşayan geniş toplum için de geçerli tabii).


Bizim nesil üniversitemizi “hangi üniversitenin hangi fakültesini seçersem başarılı bir mesleğe sahip olurum ve dolayısıyla ailemi geçindirebilirim” düşüncesiyle seçtik. / veya üniversite okumayıp hemen iş hayatına atıldık, yine aynı nedenle.


Bugünün genci önce kendini arıyor, tercihan uzak diyarlarda, daha sonra da kendine en yakın bulduğu, en fazla sevdiği, (veya sevdiğini zannettiği) dalda öğrenimi seçiyor. Bu kötü birşey mi? Katiyyen değil. Ama ilerde değineceğim gibi ve yaşamın her unsurunda olduğu gibi artısı da var, eksisi de.


Üniversite eğitimi konusunda bugün başını Sir Ken Robinson’un üstün hitabet yeteneğiyle çektiği yeni bir akım da var. Bugünkü üniversite eğitim sisteminin öğrencileri bir kalıbın içinde tutarak onları körlettiği ve yeteneklerini dışa vurma seçeneğini yok ettiği tezini savunuyor bu görüş. Kökünden değiştirmek istiyor.


Tamam, haklılık payı var belki bazı görüşlerinde ama son yirmi otuz yıldaki teknoloji, tıp, tarım, uzay, iletişim alanındaki inanılmaz ilerlemeleri dedelerimiz mi gerçekleştirdi?

Gerçekleştirenler bu üniversitelerden mezun olan gençler değil mi?


Günümüzde edebiyatçı, müzisyen, ressam, mimar kıtlığı mı var? Tüm bu kişileri mevcut bilim kurumları yetiştirmedi mi?

“Sevdiğin işi yap” çok doğru bir söz. Karşısında olamam.

Ama “yaptığın işi sev” çok mu yanlış bir söz?


Kazandığın paranın çocuklarını daha iyi şartlarda büyütmeni sağlamasının veya işinin topluma önemli yararlar getirmesinin hiç mi önemi yok? Bu özellikler senin işini sevmene yardımcı olamazlar mı?


Ama popülist söylem rakip tanımaz. Sevdiğin işi yap. Peki dünyada herkes sevdiği işi yapabilir mi? Var mı öyle bir dünya?

Kimse çalışmaya zorlanamaz.

Kimse sevmediği bir işte çalışmaya zorlanamaz.


Ama buna karşılık bu hürriyetlerin de bir fiyatı var. Ve bu fiyat herhalde devletin/toplumun ödemesi gereken bir fiyat olmamalı. Yani sen hem çalışmayıp veya sadece ve sadece sevdiğin tek branş olan sarı tüylü papağanların beslenmesi örgütünün halkla ilişkiler bölümünde çalışmakta ısrar edip, hem de hayat pahalılığından şikâyet edemezsin.


Bugün genç bir çiftin aile yardımı olmadan İsrael’de bir eve sahip olabilmesi hemen hemen imkansız. Doğru. Ama bu Fransa için, Tayvan ve Güney Kore için de geçerli. “Nasıl olsa hiçbir şekilde bir ev alacak kadar para biriktiremem. Öyleyse para biriktireceğime kazandığımı harcarım” yaklaşımı ne kadar doğru?

Anne babalarımızın nesli için kesin yanlış bir tutum. Bizim nesil ne der bu tutuma peki? Karar yine sizin.


Diğer bir örnek.

Ülkede son günlerde ana akım medyanın üzerinde en çok durduğu konu onbeş yaşındaki bir lise talebesinin lisedeki kız arkadaşlarına cinsel taciz ve/veya tecavüzde bulunması. Doğal ve haklı olarak herkes gence yükleniyor. Peki, nedenleri üzerinde duruluyor mu?


(Bu arada 2-3 gündür bir güney bölgemizin okulunda ortaya çıkan cinsel rezalet öyle bir boyutta kı halen sansüre tabii!)

Acaba öğrencilere bazı sınırlar koymanın ve bunları uygulamanın bir yararı olamaz mı?


Küçük yaşta alkollü, uyuşturuculu partiler, sınırsız cinsel özgürlük, tabusuzluk, “hayat bir gün; o da bugün” popülist felsefesinin günümüz trendi olması, aile bireylerinin kariyer peşinde koşarken çocuklarına yeterince yakın olamamaları, Dublindeki pubda giyeceği kıyafetiyle okula gelen kız öğrenciler, süper liberal eğitimciler gibi öğeler, instagram, tik tok gibi sosyal medya kanallarında popüler olmak için sergilenen zırvalıklar böyle ahlaksızlıkların temel nedenlerinden olmasın sakın?


Bunların üzerinde durmadan bu okuliçi seks skandallarının önüne geçilebileceğini sananlar mı var hala?


Covid 19 aşıları da aynı gündeme giriyor. Yine bireyselliğin günümüzde zirve yapması.


Vücut benim dokunamazsın!

Tamam da bugünlere gelinceye kadar hangimiz okullarımızda aşı olurken, “vücut benim, dokunamazsın” dedik?

Askere giden ve değil sadece vücudunu, yaşamını riske sokan gencin vücudu da onun değil mi?

Sen birey olarak “vücut benim dokunamazsın” deyip, aşı olmayıp toplumun içinde özgürce dilediğin her yere giderek etrafındakileri riske sokma hakkına sahip misin?




Yaşam siyah beyaz değil. Grinin elli tonu. Ve bu elli gri tonun içinde belli bir toplumda insanca yaşamak ve ilerleyebilmek için ödün vermek de şart. Ve bu ödünler arasında zaman zaman bazı hürriyetlerimizden, merkez bencilliğimizden bir ölçüde feragat etmek de yer alabilir. Dünya sonu değil!

Comments


Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page