Yazıma öncelikle peraşadan çoğumuzun bildiği bir konuyla başlamak istiyorum.
Bu hafta okuyacağımız Vaera peraşası, Tanrı’nın Mısır’da gerçekleştirdiği ünlü on belanın yedisini içermektedir. Ancak her ne kadar genel düşünce belaların Moşe tarafından, elindeki asa aracılığıyla gerçekleştirildiği yönündeyse de, pasuklara yakından baktığımızda, ilk üç belayı aslında Aaron’un, kendi asasıyla gerçekleştirdiğini görüyoruz. İlk iki belada Aaron asasını nehre uzatmış ve ilkinde sular kana dönüşmüş, ikincisinde sudan kurbağalar çıkmıştır. Ve üçüncü belada yine Aaron asasıyla toprağa vurmuş ve toprağın üst katmanı bit sürülerine dönüşmüştür.
Hahamlarımız bu durumu Moşe’nin nehre ve toprağa bir “şükran borcu” olmasıyla açıklarlar. Moşe henüz bir bebekken annesi tarafından nehre bırakıldığı zaman, nehir, sözün gelişi, onu korumuş, içinde bulunduğu sepeti alabora etmeyerek sağ salim sahile ulaşmasını sağlamıştı. Bu nedenle Moşe’nin, nehrin kana dönüşmesini veya içinden kurbağalar çıkararak bir bela kaynağı olmasını sağlaması bu şükran borcuna aykırı olacaktı. Yine, Moşe, İbrani bir ustabaşıyı döven Mısırlı angaryacıyı öldürdüğü zaman onu toprağa gömmüş, bir anlamda toprak onun bu sırrını saklamıştı. Dolayısıyla Moşe’nin toprak yoluyla da bir bela gerçekleştirmesi, bir tür nankörlük olacakı. Bu nedenlerle ilk üç belayı Moşe değil, bu şekilde bir şükran borcu olmayan Aaron gerçekleştirmiştir .
Aklımıza doğal olarak bir soru gelebilir. Acaba gerçekten Moşe nehir ve toprak yoluyla belalar gerçekleştirseydi, nehir ve toprak gücenecek miydi? Tabii ki hayır. Ne nehrin ne de toprağın aklı veya duyguları vardır. Dolayısıyla buradaki mesajı Moşe açısından değerlendirmek gerekir. Birçok kez, herhangi bir “iyi davranışın” hedefi, karşı taraf değil, davranışta bulunan kişinin ta kendisidir. İnsan bir başkasına iyilik ettiği veya nazikçe davrandığı zaman, elbette diğer taraf bundan faydalanır; ama her şeyden önce kendi içinde bir bütünlük, huzur ve tatmin duygusu hisseder. Aksine, başkalarına yönelik olumsuz bir tavır, her şeyden önce o tavrı gösteren kişinin ruhunu zedeler. Bunun güzel bir örneğini, Tora’nın “Bir sağıra lanet okuma!” (Vayikra 19:14) şeklindeki emrinde görüyoruz. Sadece bir sağıra değil, herhangi bir kişiye de lanet okumamak, küfretmemek gerekir. Ama pasuk, karşımızdaki sağır bile olsa, ne dediğimizi duymayacak ve bundan büyük ihtimalle hiç etkilenmeyecek olmasına rağmen lanet okumamamızı söylemektedir. Neden? Çünkü birine lanet okumak, o kişi duyduğu zaman onu yaralayabilir veya eğer sağlam karakterli biriyse, hiç umurunda olmayabilir. Ama her halükârda “bizi”, bizim ruhumuzu zedeler.
Moşe’nin örneğinde de buna benzer bir durum söz konusudur. Nehir ve toprağın “ne hissettiği” hiç önemli değildir. Ama kadirşinas olmak, insanın şahsi görevidir ve bu konuda karşı tarafın durumu ikinci planda olmalıdır.
Bunun aksi bir örneğini, Paro’da görüyoruz. Geçen hafta Şemot peraşasının başında okuduğumuz üzere, Mısır’daki kölelik, Mısır’da yeni bir kralın tahta çıkmasıyla başlamıştır: “Mısır’da, Yosef’i tanımayan yeni bir kral başa geçti” (Şemot 1:8). Geçtiğimiz hafta Dr. Baruh Hason’un da yazısında belirttiği üzere, buradaki “yeni bir kral” ile neyin kastedildiği konusunda bir görüş ayrılığı vardır. Bir görüşe göre gerçekten yeni bir kral gelmiştir; diğerine göreyse aynı kralın yeni bir siyaseti benimsemesi söz konusudur. Ama pasukta bir ayrıntı daha vardır: “Yosef’i tanımayan”. Yeni bir kral da olsa, tavrını değiştirmiş eski kral da olsa, Yosef’in Mısır’a yapmış olduğu katkılardan haberdar olmamak diye bir şey mümkün değildir. Mısır’ı bir süpergüç haline getiren, kriz dönemini fırsata çevirmeyi bilmiş olan Yosef’tir. Ve Yosef’i tanımazdan gelmek bir nankörlük işaretidir. Dahası, Paro, halkına Bene-Yisrael hakkında olumsuz propaganda yaptığı zaman, Bene-Yisrael’in büyük nüfusuna dikkat çekmiş ve ileride bir gün düşman saldırısı söz konusu olursa, Bene-Yisrael’in düşmanla işbirliği yapabileceğini öne sürmüştü (Şemot 1:10). Paro’nun Bene-Yisrael’i potansiyel bir “beşinci kol” olmakla itham etmesini destekleyecek hiçbir şey yoktur. Ama insan, kendisi nasılsa, karşısındakini de aynı görür. Kendisi nankör olduğu için, Bene-Yisrael’in de, kıtlık zamanında kendilerini kabul etmiş olan Mısır’a kolaylıkla ihanet edebileceğini düşünmesi gayet normaldir.
Öte yandan, Paro’nun “Yosef’i tanımaması” farklı bir bakışla da değerlendirilebilir. Bunu geçen hafta Rabi Yisahar Frand’ın bir yazısında gördüm. Hatırlanacağı üzere Yosef, köle olarak Potifar adlı Mısırlı bir memura satılmış, efendisi ona çok iyi davranarak her şeyi gözü kapalı ona emanet etmişti. Ne var ki efendisinin eşi, çok yakışıklı olan Yosef’e göz dikmiş, karşılık alamayınca onu zorlamış, onu giysisinden yakalamış, Yosef de o giysiyi kadının elinde bırakarak dışarı kaçmıştı.
Yosef’in ne yaptığını bir düşünelim. Kadının elinde delil bırakmıştır! Hemen geri dönüp, büyük olasılıkla daha güçlü olduğu kadının elinden giysisini tekrar kapıp sonra kaçsa olmaz mıydı? Neden bunu yapmamıştır? Ramban buna çok çarpıcı bir cevap verir: Kendisine gayet iyi davranmış olan efendisinin eşinin elinden giysiyi zorla alması “yakışık almazdı”! Bu, Yosef’in kadirşinaslık anlayışına aykırıydı. Belki bunu hayatıyla ödeyecekti, belki de gerçekte olduğu gibi zindana atılacaktı. O sırada bunu bilmiyordu. Tek bildiği, efendisinin eşine bunu yapamayacak olduğuydu.
Bu örnekte Yosef, bir kadirşinaslık timsali olarak öne çıkmaktadır. İşte Paro’nun “Yosef’i tanımaması” budur – Paro’da, Yosef’in temsil ettiği kadirşinaslık duygusundan eser yoktu. Ve bu, onu, ülkesine bu kadar büyük faydası dokunmuş olan Yosef’in ailesine ve halkına en ağır eziyetleri çektirmekte beis görmemesinin altında yatan sebeplerden biriydi.
Peki, Tora’nın bize bu kadar kötülük etmiş olan Mısırlılara yönelik tavrı nedir? Ki Tetse peraşasında Tora, bazı çevre halklara mensup insanların Yahudiliği kabul etmelerinden sonra dahi, doğuştan Yahudi olan biriyle evlenip evlenemeyeceği konusunu ele alır. İşte oradan alıntı:
“Bir Amoni veya Moavi, Tanrı’nın Cemaati’ne katılamaz [=bir Yahudi’yle evlenemez]. Onların onuncu nesli bile Tanrı’nın Cemaati’ne katılamayacaktır – ebediyen” (Devarim 23:4).
Neden?
“Çünkü Mısır’dan çıkışınızda, yolda sizi yiyecekle ve suyla karşılamamışlar ve sana beddua etme amacıyla Aram Naarayim’deki Petor’dan Bilam ben Beor’u sana karşı kiralamışlardı” (Devarim 23:5).
Amon ve Moav, Avraam’ın yeğeni Lot’un soyundan gelen iki halktır. Lot, Avraam sayesinde zenginleşmiş ve statü kazanmış biriydi. Bu açıdan Lot’un soyunun, Avraam’ın soyuna kadirşinas bir tutum sergilemesi beklenirdi. Ama onlar bunun tam tersini yapmışlardı. Tora böylesi nankör bir kültüre mensup birinin, Yahudiliği kabul etse bile ebediyen Yahudi halkının bir parçası haline gelemeyeceğine hükmetmiştir. Bu kişiler ve tüm soyları, kendileri gibi Yahudiliği kabul etmiş başkalarıyla evlenebilirler. Ama doğuştan Yahudi biriyle evlenemezler. Ya Mısırlılar?
“Bir Mısırlı’yı hor görme, zira ülkesinde konuk olmuştun. Onlara doğacak olan çocuklar, [Yahudiliğe geçmelerinden itibaren] üçüncü nesilde Tanrı’nın Cemaati’ne katılabileceklerdir” (Devarim 23:8).
Bu kadar… Bene-Yisrael’i köleleştirmişler, aşağılamışlar, ağır işlere koşmuşlar, çocuklarını katletmişler – bunlardan hiç bahis yoktur. Mısırlılara bakış “sizin onlara şükran borcunuz var” şeklindedir. Dolayısıyla Yahudiliğe geçişle birlikte otomatik olarak olmasa bile, üçüncü nesilden itibaren Yahudi halkının bir parçası olabilmektedirler.
Buradan, kadirşinaslığın Yahudiliğin çok önemli bir esası olduğunu görüyoruz. O kadar ki, Tora’nın gözünde, Mısırlıların bize dünyanın eziyetini etmiş olması bile bizim onlara olan şükran borcumuzu silmek için yeterli değildir. Çünkü diğer tüm iyi karakter nitelikleri gibi kadirşinaslık da her şeyden önce bizim ruhumuzla, bizim karakterimizle ve bizim kişiliğimizle ilgilidir. Tıpkı diğer tüm olumsuz karakter nitelikleri arasında nankörlüğün de her şeyden önce bizim ruhumuzla, bizim karakterimizle ve bizim kişiliğimizle ilgili olması gibi…
Son dönemde, sosyal medyada Türkiye’de artan antisemitizm, özellikle Yisrael’e yönelik düşmanlık eğilimi, hatta geçmişteki bazı ayrımcı politikalar üzerinden Türkiye’ye ve Türklere karşı bazı olumsuz fikirler, tartışmalar, tezler okuyorum. Herkes kendi fikrinde ve bakış açısında özgürdür. Kimseyi eleştirecek konumda değilim. Ama sanırım yukarıdaki satırlardan Tora’nın bu konudaki bakış açısı gayet açık. Kadirşinaslık her şeyden önce bizim kendimize karşı görevimizdir.
Kommentare