top of page

İyi Toplumun Yapısı


Bu Şabat okuyacağımız Yitro peraşası On Emir veya İbranicede On Söyleyiş (עשרת הדיברות) olarak biline ilkelerin bizzat Tanrı tarafından İsrael oğullarına söylenmesini içerir.


Normal adetimden biraz ayrılarak, bu hafta sizlere, üç ay kadar evvel aramızdan ayrılan, Rabi Jonatan Saks’ın 2015 yılında bu peraşa hakkında yazdığı “İyi Toplumun Yapısı” (The Structure of the Good Society) başlıklı makalenin ikinci bölümünün tercümesini, mümkün olduğu kadar orijinaline sadık kalarak, huzurlarınıza getiriyorum.


(…)

Bir diğer temel soru, bunların nasıl gruplandırılacağıdır. On Emrin yorumlarının çoğu, yazılı oldukları “iki taş tablet” nedeniyle onları ikiye ayırır. İlk bakışta, ilk beşi insanlarla Tanrı arasındaki ilişkiyle, ikinci beşi ise insanların kendi aralarındaki ilişkiyle ilgilidir. Bununla birlikte, Tora’da gördüğümüz diğer sayısal yapılara göre başka gruplama yolları da vardır.


Örneğin, dünyanın yaradılışının yedi günü, iki üçlü kümeden oluşan ve ardından da her şeyi kapsayan yedinci gün olarak gruplandırılabilir. İlk üç gün boyunca Tanrı dünyanın temel ögelerini ayırdı: ışık ve karanlık, yukarı ve aşağı sular, deniz ve kara. İkinci üç günlük grup boyunca ilk grupta yaratılanları uygun nesneler ve yaşam formlarıyla doldurdu: güneş ve ay, kuşlar ve balıklar, hayvanlar ve insan. Yedinci günü, Şabat’ı, kutsal olarak diğer günlerden ayırdı.


Aynı şekilde, Mısır’a gelen on bela da üç üçlü gruptan oluşur ve ardından onuncu bela gelir. Her üç grupta, ilk iki bela önceden uyarılırken, gruptaki üçüncü bela uyarı yapılmadan gelir. Her üçlü dizinin ilkinde Firavun sabah uyarılırken, ikincisinde Tanrı Moşe’ye “firavunun huzuruna gelmesini” söyler. Onuncu bela, diğerlerinin aksine, en baştan uyarılmıştı (Şemot 4, 23). Mısırlı behorların ölümü bir beladan öteye, bir cezalandırma idi.


Benzer yöntemle, bana öyle geliyor ki, On Emirin yapısı da üç üçlü grup ve onların ardından gelen ve onlardan değişik olan onuncu bir söyleyiş şeklinde planlanmış. Bu şekilde anlaşılırsa, on söyleyişin, tanrı ile antlaşması olan "kahinler krallığı ve kutsal millet" (ממלכת כהנים וגוי קדוש) İsrael’in bir topluluk olarak, temel yapısını ve derin kurallarını, ne şekilde oluşturduğunu görebiliriz.


İlk üçlü grup - Benden başka Tanrın olmayacak, resim veya put yapılmayacak ve Tanrı'nın adı boş yere kullanılmayacak - Yahudi halkını “Tanrı'nın hükmü altındaki ulus” olarak tanımlar. Bizim için Tanrı tek egemendir. Bu nedenle, dünyada var olan diğer yönetimler, İsrael'i Tanrı'ya bağlayan zorunlu emirlerine tabidir. İlahi egemenlik, diğer tüm bağlılıkları aşar (benden başka Tanrı yoktur). Tanrı yaşayan bir güçtür, soyut bir güç değildir (putlar ve resimler yoktur). Tanrının egemenliği saygıyı gerektirir (adımı boş yere kullanma).


Halkın, her şeyden önce Tanrı'ya itaat ve sadakatlerini beyan ettikleri ilk üç emir, özgür bir toplumun en önemli ilkesini, yani “gücün ahlaki sınırlarını” belirler. Bu olmadan, demokraside bile tehlike, çoğunluğun üstünlüğünü kötüye kullanabilmesidir ve buna karşı en iyi savunma Tanrı'nın egemenliğidir.


İkinci üç emir - Şabat, anne ve babaya saygı ve öldürme yasağı - “yaşamın yaratılmış olması” ilkesiyle ilgilidir. Bu gruptaki emirler, özerklik/otonomi fikrine, yani başkalarına zarar verilmediği sürece istediğimizi yapmakta özgür olduğumuza, sınırlar koyarlar. Şabat, Tanrı'yı yaratıcı ve evrenin onun tarafından yaratılmış olduğunu görmeye adanmış gündür. Dolayısıyla, yedi günde bir, insanlar arasındaki tüm sınıflamalar askıya alınır ve herkes, efendi, köle, işveren, işçi, hatta evcil hayvanlar bile özgürdür.


Anne ve babaya saygı göstermek, insan olarak yaratılmış olduğunuzun kabullenmesidir. Bize, bizim için önem taşıyan her şeyin bizim tarafımızdan seçilmediğini söyler ve bunun en başında da kendi varlığımızı bizim değil de anne ve babamızın seçmiş olmasıdır. Sadece bizim değil, diğer insanların seçimleri de önemlidir.


Öldürmeyeceksin, tufandan sonra Noah’ın neslinde belirtilen sözleşmesinin temel prensibini yeniden ifade eder: cinayet sadece insana karşı bir suç değil, aynı zamanda kendi suretinde olduğumuz Tanrı'ya karşı bir günahtır. Dolayısıyla, ikinci gruptaki üç emir Yahudi yaşamının temel hukuksal ilkelerini oluşturur. Bu emirler, nasıl yaşayacağımız konusunda dikkatli olmak istiyorsak, nereden geldiğimizi hatırlamamızı söylerler.


Üçüncü üçlü grup - zina, hırsızlık ve yalancı şahitlik yasakları - “toplumun dayalı olduğu temel kurumları teşkil eder. Evlilik kutsaldır, çünkü kadın ve erkek arsındaki bu bağ bizimle Tanrı arasındaki antlaşmaya en benzeyenidir. Evlilik, karşılıklı sadakat ve bağlılığa dayalı mükemmel bir kurum olmanın ötesinde, aynı zamanda özgür bir toplumun temel yapı taşıdır. Alexis de Tocqueville bunu en iyi şekilde şöyle ifade eder: "Aile duygusu canlı tutulduğu sürece, baskıya karşı direnen asla yalnız değildir."


Hırsızlığın yasaklanması, sahip olma kavramının tartışma dışı olduğunu garantiler. Jefferson “yaşam, özgürlük ve mutluluk arayışı” kavramlarını başkalarına devredilemeyen haklar olarak tanımlarken, filozof John Locke, Tanah’a daha yakın bir yaklaşımla, temel kişisel hakları “yaşam, özgürlük ve sahiplik” olarak tanımlar. Zalim hükümdarlar halkın sahiplik haklarını kötüye kullanırlar ve insan onuruna karşı bir saldırı olan kölelik de köleyi yarattığı servetten mahrum eder.


Yalan tanıklığın yasaklanması, adaletin ön koşuludur. Adil bir toplumun, kanunlar, mahkemeler ve icra daireleri çerçevesinden daha fazlasına ihtiyacı vardır. Yargıç Learned Hand'in dediği gibi, “Özgürlük kadın ve erkeğin kalbindedir; orada öldüğünde, hiçbir anayasa, hiçbir hukuk, hiçbir mahkeme onu kurtaramaz; hiçbir anayasa, hiçbir hukuk, hiçbir mahkeme ona yardım etmek için pek bir şey yapamaz”. Adalet olmadan özgürlük olamaz ve her birimiz kişisel ve kolektif olarak “gerçeği, tüm gerçeği ve sadece gerçeği söylemeyi” kabullenmezsek adalet olamaz.


Son olarak, dostumuzun evini, karısını, kölesini, hizmetçisini, öküzünü, eşeğini veya ona ait herhangi bir şeyi arzulama yasağını kendi başına bir söyleyiş olarak buluyoruz. Bu on söyleyişi emir olarak düşünürsek bu yasak tuhaf görünür, ama bu on söyleyişi özgür bir toplumun temel ilkeleri olarak görürsek bu son söyleyişin (emrin) kendi başına önemini anlayabiliriz. Evrensel ve kaçınılmaz bir olgu olan kıskançlık, yani başkasına ait olana sahip olama arzusu, her toplumun nasıl baş edilmesi yollarını aradığı bir problemdir. Kıskançlık şiddetin merkezinde yatar. Kayi’i, Evel'i öldürmeye sevk eden, kıskançlıktı. Avraham ve Yitshak güzel kadınlarla evli oldukları için, başkalarının bunu kıskanacağından dolayı hayatlarını yitirmekten korktular. Kıskançlık, Yosef‘in kardeşlerinin ondan nefret etmesine ve onu köle olarak satmalarına neden olur. Üçüncü gruptaki yasaklar; zina, hırsızlık ve yalan tanıklığa yol açan kıskançlıktır. Kıskançlık, İsrael oğullarının komşu milletler gibi olmayı arzulayıp Tanrı'yı defalarca terk etmesine yol açmıştır.


Kıskançlık, Beraşit 1 de yazılı yaratılış ilkelerinin, yani her şeyin bu düzende bir yeri oluşunun, anlaşılmasındaki başarısızlığın sonucudur. Her birimizin kendi görevi ve berahaları vardır ve her birimiz Tanrı tarafından sevilir ve değerlendiriliriz. Bu gerçekleri kabullenerek yaşarsak düzen olur. Onları terk edersek kaos olur. Bir başkasının mutluluğunun kendi mutluluğunuzu azaltmasına izin vermekten daha anlamsız ve yıkıcı hiçbir şey yoktur, kıskançlık da budur. Kıskançlığın panzehri, Ben Zoma'nın meşhur deyişi gibi, "sahip olduklarımızla sevinmek" (השמח בחלקו) ve henüz sahip olmadıklarımız hakkında üzülmemektir. Tüketici toplumlar, kıskançlığın yaratılması ve yoğunlaştırılması üzerine kuruludur, bu yüzden insanlar daha fazlasına sahip olurken onlardan daha az keyif alırlar.


İlk kez verildikten otuz üç yüzyıl sonra On Emir, iyi bir toplumun yaratılması ve sürdürülmesi için en basit ve en kısa kılavuz olmaya devam ediyor. Birçok alternatif denendi ve çoğu gözyaşlarıyla sonuçlandı. Bilgeli ve nüktedan bir özdeyiş “her şey ters gidiyorsa, talimatlara bir göz at”, gerçek olmaya devam eder her halde.

Comments


Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page