İki hafta önceki İstanbul Mektubum sevindirici bir “rating” sağlamışsa da “(eskiden daha) güzel İstanbul” tanımım birkaç eleştiri aldı! Üzgünüm ama, bizzat benim de memnun kalmadığım yorumum budur, özellikle gençliğimi geçirmiş olduğum o dünya güzeli kent ile bugün düştüğü sosyo-kültürel, ekonomik ve mimari durumlarını karşılaştırdığımda …
Öte yandan, bu satırların yazıldığı önceki gün, özellikle “güzellik” arayışına çıktık, eşimle birlikte!
İlk başta, sadece bir hafta içinde randevu aldığım eski göz doktorum Prof. M.H. Özdemir’in hastalarına baktığı Fatih Bezmiâlem Üniversite Hastanesi’ne Burgaz-Bostancı motoru ve Marmaray ile sadece bir buçuk saatte ulaşabildim (italik vurgulamalarım İsraelli okurlara yöneliktir!). Hiç bekletilmeden girdiğim muayenemin ardından, yer altından sadece yarım saat içinde Levent’e varıp derli-toplu Özdilek AVM’sinde ihtiyaçlarımızı (İsrael ile kıyasla çok uygun fiyatlarla) karşıladıktan sonra, Kanyon’da (gene kıyaslanacaksa, oldukça ekonomik sayılacak) öğlen yemeğine oturduk. Tesadüftür ya, gittiğimiz restoran, “Barbie” filmi galasının yapıldığı sinemaya yakın bir konumdaydı ve dolayısıyla oraya gelen insanları izleme olanağını bulduk. Aman, ne alımlı insanlardı bunlar – kimi büstiyerli, çoğu yüksek topuklu, ikisi pespembe giyinmiş güzel kızlar; niceleri boylu-poslu, çoğu “pis” sakallı ve bazıları şort giymekle birlikte (hiç beğenmediğim şekliyle, çıplak ayağa geçirdikleri siyah mokasenli) yakışıklı erkekler… İki-üç saat önce Marmaray’da karşılaştığım “yurdum insan”ından ne derece farklı kişilerdi bunlar!
Bu “göz banyo”sundan sonra yeniden metroya binerek, biraz da yürüyüp eski sevgili semtim Maçka’ya ulaştık ve davetli olduğumuz Swissotel’in bahçesindeki İstanbul Caz Festivali’nin konserine gittik. bazıları biraz daha “hip” görünen, ancak çoğu benzer güzellikte, kimilerinin giyimleri göze çarpan insanlar burada da vardı. Müzik başlamadan ve ara verildiğinde, ellerinde (fiyatları 300 TL’den başlayan) birer kadeh ile giriştikleri sohbet, bazılarına müzikten daha fazla keyif veriyor gibiydi… Bu çıkarımı şuradan edindim: İlk yarıdan sahne alan, uluslararası çapta da popüler vokalistimiz Elif Sanchez ile grubunu dinlemeyip arkalarda sohbeti sürdüren kimi insanlar vardı – keza, Chicago’dan gelmiş olan Lizz Wright son derece ilginç blues ve gospel örneklerini sunarken, konserin sonunu beklemeyip çıkanlar da az değildi! Bana kalırsa, İstanbul’da eşine pek az rastlanan bu müzik türünü programına katmış olan İKSV’yi bu konuda özellikle kutlamak gerekir!
İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’ndan söz açmışken, büyük bir özveri ve ustalıklı sanatçı seçimleriyle nice festivaller ve ara etkinlikler sunan bu kurum, kurucusu rahmetli Dr. Nejat Eczacıbası ile bayrağını devralmış olan oğlu Bülent Bey’in yönetiminde bu ekonomik zorluklara karşın kentin sanatsal yüz akıdır!
İstanbul’da sadece ilerleyen yaz aylarında bulunduğumuzdan, çoğunu izleyemediğimiz bu konser ve tiyatro gösterilerinin yanı sıra, son yıllarda Adalar’da kültürel etkinliklere girişmiş olan İBB’nin ve Adalar Müzesi’nin çalışmalarını da burada övgü ile dile getirmek isterim… Özellikle değerli dostumuz Halim Bulutoğlu’nun ön ayak olduğu Müze’deki haftalık Ada Tarihi ve iki haftada bir düzenlenen Felsefe Söyleşileri, bazı çevrelerde büyük beğeni ile karşılanıyor. Öte yandan, geçtiğimiz pazar akşamı izlediğimiz “Büyükada Rum Yetimhanesi” konusundaki ilginç sunumda ne yazık ki Adalardaki Yahudi toplumundan sadece bir kişiye rastlayabildik!
Evet, değerli okurlar – gördüğünüz gibi, İstanbul’un nice ve de değişik güzellikleri vardır elbet… Bizlere düşen ise, sadece “in” olanları değil, daha alçak gönüllü ancak çok değerli etkinlikleri de izleyip, onlardan olduğunca yararlanmaktır!
Comments