DOCAVIV – The Tel Aviv International Documentary Film Festival
top of page

DOCAVIV – The Tel Aviv International Documentary Film Festival



İstanbul’da yaşadığım dönemlerde Istanbul Film Festivali’ni iple çekerdik. Sıkı sıkı listeleri tarar, en sevdiğimiz filmleri belirler, yaşamımızın hızındaki boşlukları tespit eder, sevdiğimiz filmlerle eşleştirir ve hemen bilet alırdık. O heyecanlı 5-6 günün keyfi sınır tanımazdı. Israel’e yerleştiğimden beri bu tarz etkinliklerin varlığını keşfetmem zaman aldı ve 3 senedir sıkı takipçisi olduğum DOCAVIV festivalini bu sene sanat köşesinde sizlere tanıtıp ilerki yıllarda muhakak takip etmenizi önereceğim.














Docaviv – Tel Aviv Uluslararası Belgesel Film Festivali, Tel Aviv şehrinin en büyük film festivalidir ve İsrael'de yalnızca belgesel filmlere adanmış tek festivaldir. Her yıl 130'un üzerinde yerel ve uluslararası belgesel gösterimi ile dünyanın önde gelen belgesel festivalleri arasında yer almaktadır. Program aynı zaman çeşitli yarışmaları da kapsıyor. İsrael Yarışması, Uluslararası Yarışma, Alan Derinliği Yarışması, Kısa Film Yarışması ve Öğrenci Yarışması.

Docaviv, Festival Direktörü olarak görev yapan Ilana Tsur tarafından 1998 yılında kurulmuş. Docaviv Festivali'nin ilki dört buçuk gün boyunca 46 filme ev sahipliği yapmış. 5.000 sinemasever katılmış. Bugün Docaviv, 67.000'den fazla seyircisiyle 100’den fazla film katılımıyla Tel Aviv'in en büyük film festivalidir.









3 Eylül 2020'de 77 yaşında hayata gözlerini yuman Ilana Tsur, belgesel türüne ilk olarak İsrael'in devlet radyosu Kol Israel'de adım attı ve burada belgesel programlarının sunuculuğunu ve yapımcılığını üstlendi. Gösterilerinden biri - Lehi'nin kurucusu Avraham "Yair" Stern'in İngiliz CID tarafından yakalanmasına, amcasının karışmasının öyküsünün uzun metrajlı filme uyarlamasıydı. Sonraki filmleri Altalena ve The Last Transfer (Abarbanel Akıl Sağlığı Merkezi'nin psiko-geriatri koğuşunda kalan Holokost mağdurları hakkında) bağımsız olarak çekildi ve dünya çapındaki festivallerde gösterildiklerinde büyük başarı elde ettiler.


Ilana, belgesel sinemanın gerçeği değiştirme gücüne sahip olduğuna inanıyordu. Göç, doğu ve batı kültürlerinin ve farklı dinlerin buluşması gibi konuların yanı sıra ekolojik konular onun için çok önemliydi. Bu konulardaki belgesellerin ufkumuzu genişlettiğine, eleştirel düşünmeyi teşvik ettiğine ve daha iyi, daha zeki bir toplum yaratmaya yardımcı olduğuna emindi. Emekli olduğunda, zamanını dinlenmeye, dünyayı görmeye adayacağını söylese de Docaviv'den asla uzaklaşmadı. 2016 yılında, ailesiyle ilgili kişisel bir filmi olan “Mavi Gözler: Kahverengi Gözler” adlı son belgeselini Docaviv'de yayınladı.


Festival on gün boyunca Tel Aviv’de Sinematek'te gösteriliyor.


websitesinden Ingilizce ve Ibranice olarak tüm filmlerin konu özetlerini, gösterim gün ve saatlerini öğrenebilirsiniz. Içlerinden beğendiklerinizi de tek tıkla hemen satın alabiliyorsunuz.

Üşenirim gidemem, Tel Aviv trafiğine giremem, otopark bulma stresiyle uğraşamam derseniz, filmlerin kısıtlı gün sayısı içinde sunulan online gösteri biletlerine de sahip olabilirsiniz.


Etkileyici, dokunaklı ve güçlü filmlerin yapımını ve dağıtımını teşvik etmeyi amaçlayan bir festival olan Docaviv Festivali'nin 2024 tarihlerini takip etmeyi unutmayın.


Yazının bundan sonrasını okumak tercihiniz. Sizlere kendim için seçtiğim 3 filmi kısa başlıklarla akatarmaya çalışacağım.

Color Of Ink, PianoForte, Patrick and The Whale – Online,

Ilana Tsur’un dediği gibi belgesel film seyretmenin ne kadar etkileyici olduklarını yorumlarımdan anlayabilirsiniz belki.


COLOR OF INK

KANADA 2022, 105 DK, İNGİLİZCE, JAPONCA VE İSPANYOLCA, İbranice ve İNGİLİZCE ALT YAZILI



FRAGMAN



Jason Logan, doğal malzemelerle çalışmayı tercih eden usta bir mürekkep üreticisidir. Ham madde arayışı onu Kaliforniya orman yangınları tarafından kömürleşmiş ağaçlardan, İtalya'daki çıplak mermer ocaklarına kadar dünyanın dört bir yanına götürüyor. Adeta bir simyacı gibi özel tekniklerle ürettiği, renk skalalarının sınırlarını zorlayan, adeta yaşayan mürekkeplerini, seçici üst düzey müşterilerine ulaştırıyor.


Meksika’da kaktüslerin üzerine yerleşen böceklerden oluşan kalıntıları toplayıp öğüterek oluşturdukları çılgın kırmızı rengi Logan’a ulaştıran yerliler sayesinde yazar Margaret Attwood’un Handmaid’s Tail filminin kırmızısına ilham olurken, Japonya'da geleneksel kaligrafi sanatını icra eden sıradışı bir hat sanatçısının hayalini gerçekleştiriyor. New York'ta karikatürler için kullanılan ince mürekkebi yapmak için ağaç kabuğu, pas tozu, çilek, kayalar, çiçekler ve otlar toplayan Logan yarattığı mürekkep ile sanata bambaşka bir bakış açısı getiriyor. Kanser hastası olan bir sanatçının kanıyla yarattığı mavi renk ile yapılmış uzun ve sonsuz çizgilerden oluşan tablonun yapımını seyrederken gözlerimden yaşlar akıyor. Ölüme karşı sonsuza kadar yaşayacak kan hücrelerinin kağıtla birleşmesi fikri müthiş bir dualiteydi.


Logan ilhamını antik tarihten, böceklerden, salyangozlardan ve doğadan alıyor. Özel bir midye türünün içindeki mor sıvıyı alıp, midyeyi yaşaması icin tekrar denize bırakan yerliler, edindikleri mor rengi iplere armağan ediyorlar ve dokumacılık sektörüne boyut kazandırıyorlar. Insanların bedenine içinde hiç toksik madde olmayan vegan mürekkebiyle benzersiz dövmeler yapan siyahi kadının ortaya çıkardığı eserlerin ana kaynağı olan mürekkebin sadece gaz lambasındaki isten oluşması fikri takdire şayan.


Belgesel onun çalışmalarını, mürekkebini kullanan sanatçıları ve dünyanın büyüleyici mürekkep yapma geleneklerini bize anlatıyor. Özellikle mürekkebin icat tarihi M.Ö 2500 yıllarında Çin mürekkebinin keşfi ile başladığı söylense de, Mısırlılar döneminde mezarlarının derinliklerinden çıkarılan papirüslerin üzerindeki yazılar, Ölü Deniz Yazıtları’ndaki Tevrat’ın kutsal kelimelerini yazan mürrekkebi, ilk insanın duvaralara çizdiği resimlerin mürekkebiyle bizleri aklımızın alamayacağı kadar derinlere sürüklüyor. Belgesel, mürekkebin ezoterik özelliğini, ruhani ve estetik varoluşunu kültürel bir metafor, felsefi bir sistem olarak kullanıp günümüze uyarlamasından dolayı da kocaman bir alkışı hak ediyor. Bir yazar olarak filmden çıktığımda dijitalleşmiş dünyamızdan mürekkebe bambaşka bir gözle bakmama sebep oldu diyebilirim. Ilana haklıydı. Fiziksel dünya ve kişiliğimizle olan ilişkisini farketmeme sebep olduğu için yakın zamanda konuyla ilgili çok araştırma yapacağım kesin.


PIANOFORTE

POLONYA 2023, 89 DK, İNGİLİZCE, RUSÇA, ÇİNCE, İTALYANCA, LEHÇE VE SLOVENCE, İbranice ve İNGİLİZCE ALT YAZI



FRAGMNAN



Direktor Jakub Piatek, muhteşem bir belgesel yaratmış. Dünyanın en prestijli piyano yarışmasına hazırlanan piyanistlerin 21 günlük yaşamına dahil ediyor sizi. Chopin Piyano Yarışması, 1927'den beri Varşova'da düzenleniyor ve girmeyi başaranlara olağanüstü fiziksel, zihinsel ve müzikal gelecek vad ediyor. Hepsinin kazanma hayali var ama perde arkasına bakıldığında bu son derece yetenekli kişilerin insani, cana yakın, karanlık yönlerini seyretmek inanılmaz bir deneyimdi. Bizler için sadece tuşa dokunan bu insanların, içinden geçtiği çetin fırtınaların perde arkasını seyretmek sanatçıya dair algılarımızı değiştirdiğı kesin.


Sakinleşmek için Metallica dinleyen İtalyan yarışmacı Leonora, annesi yokken mutfakta pratik yapan Çin’li yarışmacı Hao, aşçılar ve kedisiyle müzikal bir ilişkisi olan Polonya’lı yarışmacı Marcin. Ve bu kişilerin yanlarındaki hocaları, sevdiklerinin tavır ve ilişkilerini seyretmek, bunların kurmaca değil, gerçek duyguları yansıttığına şahit olmak muhteşem bir şölendi. Müthiş müzik ve renkli karakterlerle dolu bu film aslında bizi son derece gerilimli bir dramı yakından deneyimlemeye davet ediyor. Rusların mükemmeliyetçiliğinin yer aldığı robotik sahnelerde içinizi kaplayan öfke, başaramayacağını düşünen Polonyalı piyanistin; “Ucunda ölüm yok ya… Adımın söylenmesini bekleyeceğime, yarı finale kalmadan çekileyim,” diyecek kadar acımasız bir ortamla başbaşa bırakıyor sizi.


Yoga, spirituel beden hareketleri ve nefes teknikleriyle kendini Chopin’in ruhuna teslim eden Italyan/Slovenyalı gencin seçildiği andaki çığlığı, performansındaki tek bir notada hata yaptığını farkeden Çin’li piyanistin kendine karşı olan samimiyeti, para ödülü kazanmaktan çok, saygın bir isim kazanmanın önemine işraet eden Italyan piyanistin espirileriyle film boyunca yüzümüzde bir gülümseme, bir hayranlık, bir o kadar da acıma hissi vardı. 87 finalistten sadece 1 kişinin kazanması fikri ‘Her sanatçının eseri mükemmeldir, seçme nedir?’ sorusunu gündeme getiriyor. Samimi duygularla kazananı tebrik ederken, içten içe acı çektiğini akan göz yaşlarında gizleyemeyen sanatçılardan bazıları bir daha asla bu yarışmaya katılmadıkları gibi, bazıları hırslanıp tekararlarına geri dönmüş olsalar da, bazıları piyano ile yollarını bile ayırmış. Hepsinin son derece samimi ve gercekçi bir şekilde film bittiğinde sinema salonunda olmamıza rağmen hepimizin ayağa kalkıp alkışlaması, belgesel çeken direktöre ve yarışmaya ruhunu koyan piyanistlere olan saygımızdandı.


PATRICK AND THE WHALE


AVUSTURYA 2022, 72 DK, İNGİLİZCE, İbranice Altyazı



FRAGMAN



Patrick Dykstra, balinaları belgeleyen bir kameraman. On yılı aşkın süredir heyecan verici sualtı çalışmalarının ardından Patrick, Dolores adlı balinanın muhtemelen tüm dünyada kendini en yakın hissettiği varlık olduğunu itiraf ediyor ve Dolores’in kendisine bu kadar yaklaşmasına izin veren hikayesini ekranlara taşıyor. İnsanoğlunun ölümcül etkisinin en az olduğu bölgelerdeki balinaları takip edip, tüm dalışlarını paylaşıyor bizlerle. Deniz devleriyle yakın karşılaşmalar yoluyla, onlarla iletişim kurmaya ve onların derinliklerdeki yaşam deneyimlerini, beyinlerinde oluşan düşünceleri anlamaya çalışıyor. Nefes kesici bir film olacağından emin olduğum Patrick and The Whale filmini ilerleyen günlerde online seyredince yorumlarımı sizlerle paylaşırım.








Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page