Bu köşedeki son yazım ( https://www.turkisrael.org.il/single-post/%C3%A7ifte-k%C3%B6rl%C3%BCk-ne-zamana-kadar ) biraz “moral bozucu” olduğundan, bu kez daha “sevimli” bir konudan söz edeyim dedim…
Geçen hafta Tel Aviv Sanat Müzesi Recanati Salonu’nda İsrael Oda Orkestrası’nın olağan konserindeydik. Programdaki ana yapıt, konuk Alman Şef C.Poppen’in yönetimindeki orkestra ile piyanoda Alon Goldstein, kemanda Elina Gurewitz ve viyolonselde Adi Tal’ın başarıyla seslendirdikleri Beethoven’in “Triple Concerto”suydu, aynı bestecinin “Corolianus” Uvertürü ve Mozart’ın 34. Senfonisi’nın yanı sıra…
Beethoven’in en çok beğendiğim eserlerinin başında gelen bu Üçlü Konçerto’yu her dinlediğimde, aklıma şu sıra dışı anım gelir: Bundan uzun yıllar önce, Beyoğlu’nun büyük bir kitapevi ve müzik marketinin klasikler bölümünde yeni gelmiş CD’leri incelerken, 75-80 yaşlarında bir hanımın oradaki satış elemanlarının birine güzel/temiz İstanbul Türkçesiyle şu soruyu yönelttiğine tanık oldum: “Oğlum, ben Beethoven’in Üçlü Konçerto’sunu arıyorum ama Richter, Oistrach ve Rostropovitch ile Karajan’ınkini!”
Genç adamın, sanırım vakit kazanmak için yönelttiği “Bir daha söyler misiniz?” sorusunun üzerine hanımefendi, coşkuyla sorusunu yineledi, bu kez sıralamış olduğu solistlerin çaldığı aletlerin sırasıyla piyano, keman ve viyolonsel, Karajan’ın da Berlin Filarmoni Orkestrası’nın şefi olduğunu de belirterek…
Aldığı yanıt ise bu kez iki soru ile sıradan bir öneri şeklindeydi: “Üçlü konser mi dediniz? Yani üç disk birlikte mi? Bizde belki ayrı ayrı olarak vardır, şuradaki Betoffen bölümüne bir bakın, isterseniz…”
Klasik müzik bölümünde görevli (?!) olan genç adamın bu söylediklerini duyduktan sonra, sohbete katılmadan edemedim… Satıcıya “Üzgünüm ama, ha’m’fendinin istediklerini anlamakta zorluk çekiyorsunuz galiba…” diyerek, yaşlı bayana yöneldim: “Lafa karışmamı bağışlayın lütfen. Konçertonun oldukça eski olan bu yorumunu Türkiye’deki mağazalarda bulmanız pek kolay olmasa gerek ama, güzel bir rastlantı – sözünü ettiğiniz bu disk bende var…”
Bunları söyler söylemez pişman oldum; bu yaşlı kadın benden kuşkulanıp, belki de bir dolandırıcı sanabilirdi – ve gerçekten bunun üzerine hemen “Siz kimsiniz ki?” sorusu geldi!
“Sormakta haklısınız, hanımefendi…” dedim. “Biraz düşüncesizce söze karıştım ama, emin olun aklımda kötü bir şey yok – bu saçma-sapan cevapları duyunca, aklıma geldi: Eğer arzu ederseniz, bu konçertoyu bir kasete kaydedip size ulaştırabilirim.” Bunun ardından kendimi tanıttım ve belki onun kadar olmasa, benim de bir klasik müzik düşkünü, plak ve CD koleksiyoncusu olduğumu belirttim…
Kadın biraz daha sıcak bir yaklaşımla, “Bu kaydı geçenlerde radyoda dinleyip çok beğenmiştim; aklıma takıldı. Ancak burası da onu soruşturduğum üçüncü dükkân ama, nafile galiba…” dedi.
“Her halde haklısınız,” diye yanıt verdim; “Ben de bu kaydı çok severim, eski bir Nazi yandaşı olarak bilinen Karajan’a karşı pek sempati beslemesem de… Oldukça eski bir kayıt, EMI şirketinden yayımlanmış ve solistleri mükemmel – her biri birer dünya sanatçısıdır…”
Bu söylediklerim kadının bana karşı olan kuşkusunu biraz azaltmış gibiydi – ve onun üzerine, “Peki, bana bu kaseti nasıl ulaştırabilirsiniz ki?” sorusunu yöneltti… “Size adresimi mi vermem gerekecek?”
“Hayır, şart değil,” dedim. “Ulaştırabileceğim bir yakınınız vardır belki…”
Bunu da şöyle yanıtladı: “Bana telefon numaranızı lütfederseniz, kızım sizi arayabilir ve onunla ulaştırma konusunda anlaşabilirsiniz…”
Bunun üzerine, “O halde sizinle de anlaştık!” diye gülümseyip, ona iş adresimle telefon numaralarımın olduğu kartımı verdim.
“Çok memnun oldum,” ve “Adım Müfekkire,” dedi kendisi. “Kızım sizinle temas edecek. Şimdi ise müsaadenizi rica ediyorum…”
Öykünün gerçek yanı bu kadar mı? – Değil tabii, çünkü kızı Selma beni iki gün sonra aradı, ilgime çok teşekkür etti ve iş adresini verdi; ben de ardından kaseti oraya gönderdim. Gene iki gün geçtikten sonra Müfekkire Hanım bizzat aradı, konçertoyu ne kadar büyük keyif alarak dinlediğini, dinlemeyi sürdüreceğini uzun cümlelerle aktardı; memnuniyetini ve “şükranlarını” iletti. Bu da son görüşmemiz oldu – ve eğer yüz yaşına ulaşmamışsa, mekânı cennet olmuştur, umarım!
Evet, değerli dostlar – Recanati Salonu’nda o olağanüstü güzel konçertoyu bir kez daha dinlerken aklıma gelen 20-25 yıl önceki bu anıdan, belki ilginç bir yarı gerçek / yarı düşsel öykü çıkabilir günün birinde – ve öyle olacaksa, onu bu köşeden size iletmeye söz veriyorum!
Şimdilik ise, Müfekkire Hanımın o çok beğendiği 1969 kayıtlı konçerto kaydına eğer ilgi duyarsanız, onu şu linkten dinleyebilirsiniz:
Comments