top of page

Asla Uyumayan Şehir



New York için bestelenmişti aslında bu şarkı… Frank Sinatra’nın ünlü New York, New York şarkısını her dinlediğimde ve “Asla uyumayan bir şehirde uyanmak istiyorum” sözleri kulağımda çınladığında şöyle düşünürdüm, “Esas uyumayan bir şehir varsa dünyada, o da İstanbul’dur!” Işıl ışıl, cıvıl cıvıl, her an eğlenmeye, her an hizmet vermeye, her an insanı mutlu etmeye hazır bir şehirdi çünkü doğup büyüdüğüm yer. Özellikle de İstanbul’un yaz akşamlarına bayılırdım. Karanlık bastırıp da, gecenin siyahı gözünüze batan o çarpık kentleşmeyi ya da çöp bidonlarını örttüğünde, ay ışığında yüzen güzel kentim, köprülerin ışıkları ile rengârenk aydınlandığında… İşte tam da o zaman bayılırdım İstanbul’a. Bayılırdım diyorum, çünkü o güzelliklerden eser yok şimdi.



400 gün aşkın süredir İstanbul’un sokaklarını arşınlıyorum. Gerek tam kapanmada, gerek yarı açılmada, restoranlar kısa süreliğine hizmet vermeye başlamışken, ya da café’ler sadece götür-al hizmeti verirken. Yağmurda, güneşin altında, hatta kar yağdığında bile her gün sokağa çıkıp uzun yürüyüşler yapmaya gayret ettim. Ve o güzelim, o cıvıl cıvıl şehrin günbegün gözlerimin önünde adeta eriyip gittiğine bizzat şahit oldum. Meğer kepenklerin arkasında sessizce duran sıra sıra vitrinler, restoranlarda oturup hararetli sohbetler eden ya da mağazalardan alışveriş yapan insanlar, yolda birbirlerine adres soranlar, kimi zaman boş yere çalan kornalar, sokak aralarında oynayan çocuklar, okuldan dönen öğrencileri tek tek evlerine bırakan servis arabalarıymış bir şehri şehir yapan. “El Rey es kon la gente” derler ya, o hesap!


İstanbul’daki uzun ve amaçsız gezintilerim sırasında, sokakta yürüyen insanların, maskelerinin ardından dahi yüzlerine yansıyan umutsuzluklarını, gözlerindeki bezginliği gördüm. Sokakta yanlışlıkla öksüren ya da hapşıranlara, maskelerini burunlarının ya da çenelerinin altına takanlara attıkları düşmanca bakışlara dikkat ettim. Metroya binen insanların, hiçbir yere tutunmamaya gayret göstermelerine, yorgun argın işten dönüyor olsalar bile, sırf yan koltukta biri oturuyor diye bütün yolu ayakta gitmelerine tanıklık ettim.


Şehrin en işlek caddelerinde, özellikle de saat 17.00’den sonra insan seslerinin yerine kimi zaman kuş cıvıltıları, kimi zaman da sessizlik hâkim artık. Trafiğin yoğun olduğu caddelerde, araç sayısı yarı yarıya azalmış durumda. Esnafa gelince, sadece kısıtlamaya tabi tutulmayan eczanelerin, marketlerin ve fırınların kepenkleri açık. Artık “vitrinlere baka baka dolaşmak” da keyif olmaktan çıktı. Zaten marketlerden satın alabileceğiniz ürünler bile kısıtlandıktan sonra, alışverişin ne keyfi kaldı ki? Zücaciye, içki, kitap, elektronik eşya, oyuncak, kırtasiye, tekstil, kısacası birincil ihtiyaç sınıfına girmeyen hiçbir ürün 17 Mayıs tarihine kadar satılamıyor. Bir alışveriş keyfimiz vardı…


Demem o ki, “Dünyaya bir kez bakmak zorundaysan sadece İstanbul’a bak!” sözü maalesef bu dönemde geçerliliğini yitirmiş gibi görünüyor. Umarım en kısa sürede, Pierre Loti’nin, “Ah İstanbul! Beni büyüleyen isimlerden en çok büyüleyeni yine sensin,” deyişindeki ihtişamına yeniden kavuşur.




Comments


Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
WhatsApp Image 2020-09-08 at 20.52.59 (1

İLETİŞİM

Telefon                           :+97236582936
Mail                                :turkisrael@gmail.com

 

KÜNYE

İYT Web Sitesi Künyesi:
Editör                             :Av.Yakup Barokas
Grafik Tasarım              :Şemi Barokas 
                                       Ovi Roditi Gülerşen

© 2018 by Turkisrael.org

bottom of page