Musevi Dininin kutsal günü Yom Kipur her yıl bende üç anıyla özleşir. Kipur günü İstipol Sinagogunda babamın yanında Teva’ya çıkmam, 15 yaşımda iken bir Kipur gecesi kalp krizi geçiren (ve on beş gün sonra kaybettiğim) babama bir kardiyolog bulmak için sokaklara fırlamam ve nihayet Kol Nidre duasıyla belleğime kazınan The Jazz Singer filmi.
Senaryosu Samuel Raphaelson’un Kipur temalı bir küçük öyküsünden esinlenerek gerçekleştirilen filmin herhalde çoğunuzun bildiği konusunu, daha genç kuşaklar için ana hatlarıyla özetlemeye çalışayım:
Manhattan’ın Doğu yakasında bir sinagogun Kantoru (Hazan) olan Rabinowitz altı kuşaktan beri süregelen aile geleneği doğrultusunda oğlu Jakie’yi de kantor olarak yetiştirmek istemekte, dindar Yahudi ailesinin geleneklerine meydan okuyan güzel sesli oğlunu zorlamakta, hatta dövmektedir. Bunun üzerine evden ayrılan Jakie şov dünyasına yönelir ve adını Jack Robin olarak değiştirir. Aradan yıllar geçerken kendine özgü bir sahne stili geliştiren Jack başarı basamaklarını hızla tırmanmaktadır. Broadway’de oynanacak yeni bir müzikalin baş rolü kendisine verildiğinde, bu arada temasını kesmemiş olan annesinin de teşvikiyle eve dönerek babasını görmek isterse de Kantor’un “git buradan caz şarkıcısı” sözleriyle evden kovulur. Öykünün en can alıcı sözlerinden biri Jack’ın repliğidir: “Ben sevgi dolu bir kalple buraya geldim, ama anlamak istemiyorsun. Bir gün anlayacaksın”.
İki hafta sonra Kipur’dur. Kantor Rabinowitz ağır bir hastalık geçirmekte ve sinagoga gidememektedir. İlk kez sinagogda Kol Nidre’yi okuyabilecek kimse yoktur. Ölüm döşeğinde olan babanın ağzından şu sözler dökülür: “Oğlum burada olsa ve duayı okuyabilseydi... onu affederdim” Dua saatinde evin bitişiğindeki sinagogdan Kol Nidre’nin melodisi duyulur, biri gür ve ahenkli sesiyle duayı söylemektedir. Broadway’deki temsilinin aynı geceye rastlayan açılış galasında sahneye çıkmak yerine Tallid’ini giyerek sinagoga gelen Jack Bima’ya (Teva’ya) çıkarak Kol Nidre’yi seslendirmektedir. Dua devam ederken baba Rabinowitz huzur içinde son nefesini verir.
Duygu, iman ve hikmet dolu öykünün özellikle bu son bölümünü tam olarak nakledebilmek mümkün değil, seyretmek gerek.
İlkinden esinlenmiş senaryolarla daha sonra Danny Thomas (1952) ve Neil Diamond (1989) ile yenilense de belleklerden silinmeyen The Jazz Singer 1927 yılı yapımı olan ilkidir.
Bu müzikal dramanın bir özelliği de dudak senkronlu şarkı ve kısmen de olsa replikleriyle sesli görüntüyü gerçekleştiren ilk uzun metrajlı film olarak sinema tarihinde yer almış olmasıdır.
Bu başarının temel direği ise, caz şarkıcılığı yanı sıra Jakie Robinson rolü ile sinema tarihine altın harflerle geçen Al Johnson veya asıl adıyla Asa Yoelson’dur.
Asa Yoelson, Nehema ve haham-kantor Moses Rubin Yaelson’un beşinci çocuğu olarak kendi ifadesiyle 1885 yılında, günümüzde Litvanya toprağı olan, dönemin Rusya İmparatorluğu’nun Srednik beldesinde dünyaya geldi. Aile 1895 yılında ABD’ye göç ederek Washington D.C.ye yerleşti. Al para kazanmak için küçük yaşta sokaklarda şarkı söylemeye başladı. 1901 yılında New York’a gitti. Sirklerde, kafelerde ve bira salonlarında kendine özgü bir stilde şarkı söyleyerek Broadway sahnelerine kadar yükseldi. Sahne için yüzünü ve ellerini siyaha boyayarak yarattığı Afro-Amerikan tipiyle bütünleşen sanatçı İkinci Dünya Savaşı sırasında cepheleri ziyaret ederek Amerikan askerlerine moral turları düzenleyen ilk şarkıcı oldu. Sahne yaşamı dışında birçok müzikal filmde de yer aldı. Dört kez evlendi. Çocuğu olmadıysa da üç çocuğu evlat edindi. Başarıları ‘Dünyanın en büyük şovmeni’ sıfatıyla taçlanan yaşamı bir kalp krizi sonucu 23 Ekim 1950 günü, Musevi takvimine göre 13 Heşvan 5711 tarihinde San Francisco’da sona erdi.
Vefatının tam bu haftaya isabet eden 70. Yılında kendisini anmak istedim. Ruhu Şad Olsun.
Ayrıntılı bilgi ve Şarkıları için www. jolson.org sitesini tavsiye ederim.