Rahmetli annemin bir lafı vardı, beni çok güldüren… Orucu bozduğumuz akşam, elma reçelinden bir kaşık alır, suyunu içer ve derdi ki: “Bu akşamı, dün akşamdan çok daha fazla seviyorum! Artık bir sene rahatız!” Ne yalan söyleyeyim, benim de oruç bitiminde üzerimden bir yük kalkmış gibi olur. Ne olur, bu sözlerimin altında “spiritüel” bir taraf bulmaya çalışmayın, çünkü benim “yükten” kastım tek kelimeyle tarif edilebilir: KAFEİNSİZLİK. Öyle ki, şofarı dinleyip eve döndükten sonra ve ilk kahvemi yudumladığım andan itibaren, içimden hep: “Şimdi bir 25 saat daha tutsam da fark etmez,” diye geçiririm. Gerçi bunu yapmayı hiç denemedim ama… Öylesine işte… Oruç sonrası atıp tutmak serbest!
Dün akşam sinagogdan eve dönerken, pandemi başladığından bu yana yani 6 aydan fazla süredir sinagoga gitmediğimi fark etmek bana çok garip geldi. Dindar bir kişi olmadığımı bilmeyen kalmamıştır artık, ama gelenekleri çok severim. İşin aslı bu Kipur akşamı da gitmemeye kararlıydım, ancak fikrimi değiştiren şey, bu yılki “açık hava sinagogu” deneyimiydi. Ve akşam eve dönerken, karnım açlıktan guruldamaya başlamış olsa da, bu haftaki yazım kafamda yavaş yavaş şekillenmeye başlamıştı. Size bu deneyimi anlatmam lazımdı!
Ortaköy Sinagogunun teras katındaki “Suka” bölümünün püfür püfür bir sinagoga dönüşeceğini 100 sene düşünsem akıl edemezdim. Havadardı, sosyal mesafeye dikkat edilmişti, her yerde dezenfektan vardı, dileyene maske dağıtılıyordu, sandalyeler belli aralıklarla konulmuştu, özel bir “Azara” bölümü ayrılmıştı ve üstelik farklı bir katta değil, erkeklerle aynı seviyedeydi. İlk kez biz kadınlar kendimizi “eşit” görme fırsatı yakalamıştık. Her şey düşünülmüştü, bütün sandalyelerin yanına, gerek dua kitapları, gerekse bayanların çantalarını koyabilmeleri için ufak tabureler yerleştirilmişti. Hepsi bu kadar da değil: Terasın tepesine, ışıklandırmalı (açılır-kapanır) bir tavan bile kurulmuştu.
Bu güzel ortamda komik anlar da yaşanmadı değil. Mesela genellikle başlarından kipaları düşen beylerin, bu kez bir anda ağızlarından maskeleri kayıverdi. Sinagogda otururken, tepemizden geçen uçakların seslerini duymaya alışkın olmadığımızdan, ara ara irkildik. Kimi zaman trafiğin ya da kornaların, acı acı çalan ambülans sireninin sesi “deraşa”ya karıştı. Ama hiç rahatsız olmadık, aksine hiç bu denli huzur içinde dua ettiğimizi hatırlamıyorum.
Kipur’un bitmesine ve şofarın çalınmasına 15-20 dakika kala çok ilginç, bir o kadar da etkileyici bir olay yaşandı. Bir anda tam “Koanim” sırasında, Ortaköy Camiinden ezan sesi yükseldi. Dualar ve pozitif enerjinin gücü birbirine karıştı. Sadece benim değil, o akşam orada bulunan herkesin tüylerinin diken diken olduğundan eminim. İnanılmaz duygu dolu dakikalardı. Meğer bir önceki akşam da, tam “Kol Nidre” söylendiği sırada yine ezan sesi yükselmiş ve bir kez daha mistik bir duygu karmaşası yaşanmış.
Demem o ki, bu Kipur hepimiz Tanrı’nın yaşam kitabına yazıldık mı ya da bütün günahlarımız affedildi mi bilmiyorum, ama bence insanları birbirine kenetleyen son derece duygu dolu anlar yaşadık. Darısı her seneye…