Çöl Gibi Olmak
- TÜRKİYELİLER BİRLİĞİ התאחדות יוצאי תורכיה
- 20 May 2020
- 5 dakikada okunur

Tora’nın dördüncü kitabı Bamidbar’a başlıyoruz. Bir keresinde bir hahamı, şaka yollu, bu kitabın dünyanın en antisemit kitaplarından biri olduğunu söylerken duymuştum. Gerçekten de özellikle kitabın üçüncü peraşası olan Beaaloteha’dan itibaren anlatılan olaylar hiç de Bene-Yisrael’i över nitelikte değildir. Halk çeşitli vesilelerle su eksikliğinden, et eksikliğinden şikâyet etmekte, Moşe’nin, kendisi de bir peygamber olan ablası Miryam – ve Aaron – bile, Moşe hakkında olumsuz birkaç söz sarf ettiği için Tanrı’nın hışmına uğramakta, casusların Erets-Yisrael hakkındaki olumsuz raporları karşısında halk buraya girmek istemeyince çölde 40 yıl boyunca dolaşmaya ve o neslin Erets-Yisrael’e girememesine hükmedilmekte, ardından Korah’ın başını çektiği bir isyan çıkmakta, sonunda Moşe dahi, ünlü kayadan su çıkarma olayı sonrasında Tanrı’nın sert eleştirisinden ve ödünsüz cezasından kaçamamaktadır. Geçen haftaki yazımda kısaca bahsettiğim gibi, Yahudilerin Tora’yı (has veşalom) “değiştirdiklerini” iddia edenlerin tezine göre gidersek, bu değişikliği her kim yapmışsa, işini hiç iyi yapmamış. Şöyle biraz bizi övse ne güzel olurdu. Ben de Yahudileri akıllı bilirdim!
İşin şakası bir yana, tüm bunlar Tora’nın tam da orijinalliğinin ve Tanrısal orijininin bir başka işaretidir. Diğer herhangi bir inançta önemli rollerde kimler varsa, yarı-ilahi niteliklerle tarif edilir. Hatasızdırlar. Kusursuzdurlar. Hatta bazılarında bu kişiler Tanrı’nın ta kendisiyle bile bağdaştırılır! Amacım diğer inançlara saygısızlık etmek değil; ama en azından biz, Tanrı’nın mutlak surette objektif olduğunu, kimseye iltimas geçmediğini, kimsenin gözünün yaşına bakmadığını ve özellikle de Hahamlarımızın belirttiği gibi, “Kendisi’ne yakın olanlara bir saç teli kadar bile müsamaha göstermediğini” mantığın bir gereği olarak anladığımız zaman, Tanrı’nın, Kendi kitabında aynı nesnelliği göstermesini de doğal karşılarız. Sonuç olarak, Bamidbar kitabının kayda değer bir kısmına yayılan bu olumsuz tablo, Bene-Yisrael’in ne kadar kötü, nankör, mızmız vs. olduğundan çok, Tanrı’nın hiç kimseye, bu kişi Moşe Rabenu da olsa, ayrıcalık yapmıyor olduğunu göstermektedir ki sanırım bir kitabın Tanrısal niteliğinin en bariz göstergesi de bu ödünsüz nesnellik olsa gerektir.
Şüphesiz, kitapta anlatılan olaylar homojen değildir ve her birinin ardında farklı sebepler yatmakta, olaylara karışan her kişi veya grup, farklı nedenlerle ve farklı düzeylerde eleştirilmektedir. Söz konusu olaylarda halkın veya bireylerin tam olarak neden şikâyet ettikleri bellidir. Suları yoktur, yiyecekleri yoktur, hep aynı yiyeceği yemektedirler, götürüldükleri ülkeyi beğenmemişlerdir, kendilerini layık gördükleri bir mevki başkalarına verilmiştir vs. Ama ilk olay hariç…
Bamidbar 11:1’de anlatılan ilk sıkıntılı olay şu sözlerle anlatılmaktadır: “Halk sızlanır gibi oldu ve Tanrı’nın kulaklarında kötüydü…” Tora söz konusu sızlanmanın mahiyetinden ve halkı rahatsız eden şeyin tam olarak ne olduğundan bahsetmemektedir. “Sızlanır gibi oldu.” Bu kadar. Bazı otoritelere göre “sızlanır gibi” ile kastedilen nokta, bu sızlanmanın yersiz olduğuydu. Raşi de burada “sızlanır gibi” şeklinde çevrilen Kemitonenim sözcüğünü günümüzde de kullanılan toana, yani “bahane” ile açıklar. Halk sızlanmak için bahane arıyordu. Gerçek bir sebep yoktu; ama onlar sızlanmak istiyorlardı, çünkü hayatlarından memnun değillerdi. Tora’yı almış olmak güzeldi, ama Tora kendilerinden daha önce talep edilmeyen birçok şeyi talep ediyor, daha önce yasak olmayan bazı şeyleri yasaklıyordu ve onlar, alışkın oldukları yaşamı değiştirmek istemiyorlardı.
Bu girişten sonra, bu haftaki peraşamız olan Bamidbar peraşasına geçebiliriz.
Midraş şöyle bir misal verir: Kendisine bir saray inşa ettirmek isteyen bir kral, bunu yapmaya en uygun mekânı belirlemek için araştırmaya koyulur. Şehir şehir dolaşarak insanlarla bu konuyu tartışmak ister, ancak gittiği her yerde halk kendisiyle bu konuda görüşmekten kaçınır; zira kimse sarayın kendi şehrinde inşa edilmesini istememektedir. Sonunda terkedilmiş denebilecek kadar az insanın yaşadığı ve oldukça az gelişmiş küçük bir kasabaya gelir ve buradaki az nüfus, kralın sarayını bu kasabada inşa etme teklifini büyük bir heyecanla kabul eder. Böylece kral, “Sarayımı inşa edeceğim yer işte burası” der.
Midraş bu misalin neye benzediğini açıklar: Tanrı Tora’yı vermek istediği zaman, bunu nerede yapacağına karar vermeden önce denize gider; ancak deniz kaçar. Allel duasında okuduğumuz gibi; “Ayam Raa Vayanos – Deniz gördü ve kaçtı” (Teilim 114:3). Tanrı daha sonra yüksek dağlara gider, ancak onlar da pek istekli değildir. Aynı parçanın devamında okuduğumuz gibi; “Earim Rakedu HeElim – Dağlar, koçlar gibi sıçradı” (Teilim 114:4). Tanrı daha sonra ıssız çöle (Sinay) gelir; çöl bu teklifi açık kollarla kabul eder ve Tanrı sonuçta Tora’yı “Bamidbar – Çölde” verir.
Acaba Hahamlarımız bu ilginç benzetmeyle bize ne anlatmak istemektedirler? Rav Yisahar Frand bunu şöyle açıklar:
O şehirlerin, Kral’ın sarayını istememelerinin bir sebebi vardır: Halk, sarayın kendi şehirlerinde inşa edilmesinin, kendi yaşam tarzları üzerinde etki yaratacağının bilincindedir. Ancak onlar bunu pek istememektedirler. Zira işlerini yapmak için kendi benimsedikleri alışkanlıkları, alışmış oldukları kendilerine özgü gelenekleri vardır. Şehirde bir saray olması, Kral’ın şehre gelmesi anlamına gelecektir ki bu da, hayatlarında bazı şeylerin değişmesini gerektirecektir.
Diğer yandan, ıssız kasabanın böyle bir derdi yoktur. Oranın halkı, zaten durumlarının bir şekilde düzelmesini istemektedir. Kral’a bir anlamda “Bizi bir düzene sok. Zaten pek bir şeyimiz yok. Seni, sarayını ve bunun getireceği her türlü değişikliği şimdiden kabul ediyoruz.” demektedir.
Bir kişi Tora’yı gerçekten kabul etmek istediği takdirde kendisini bir çöl gibi görmelidir – boş, ıssız ve sıfırdan inşa edilmeye hazır. Tora, ancak “Beni değiştir” diyen birinin kalbinde köklü hale gelebilir.
Birçoğumuz, dış görünüşü itibariyle “dindar” olduğu belli olan kişilerle karşılaşmışızdır. Bu karşılaşmaların belki bir bölümü pek de hoş olmayan tecrübeler olarak aklımızda kalmıştır. Ya da en azından, bu kişilerle ilgili hoş olmayan doğru ya da yanlış sözler bir şekilde kulağımıza gelmiştir. Çoğu zaman bu konudaki tepkimiz, kendimizi mükemmel görüp “Al işte; dindarlık bu mu? Tora bu mu? Tora’yı uygulayan insan böyle mi olur? Hani Tora insanı değiştirme gücüne sahipti!? Al işte; tipik bir bukleli, sakallı bir adam ve gözümün içine baka baka beni soyuyor!”
Öncelikle, bu tip tecrübelerin sadece bir kez yaşanmış bile olsa nesiller boyunca, “Ben ondan daha iyiyim” sohbetlerini süslemesi, ağızdan ağıza büyük bir keyifle yayılması bir sürpriz değildir. Ancak her şeye rağmen, bu konuda gereğinden çok tecrübe yaşayan biri varsa bile, kendisine önemli bir prensibi hatırlatmak gerekir: “Yahudiliği, hiçbir zaman Yahudi bireylerin davranışlarına bakarak yargılamayın.”
Yahudilik, tüm Yahudilerin üstündedir. Hatalı davranışta bulunan kişi veya grup dindar bile olsa, bunu “Tora’dan öğrendikleri” gibi bir fikre kapılmanın anlamsız olduğu açıktır. Yahudiliği mutlaka belirli bir Yahudi’ye bakarak yargılamak isteyen biri, bunu gerçekten büyük hahamlara, tevazularıyla, yardımseverlikleriyle ve tabii ki Tora’ya olan ödünsüz bağlılıklarıyla tarihe isimlerini yazdırmış olan Tora devlerine bakarak yapmalıdır. Zira hakiki Tora kişiliği, bu insanlarda gerçekten kendini göstermiştir. Bunu sağlayan da, kendilerini sanki bir çöl gibi ıssız, renksiz ve imara hazır hale getirerek, Tanrı’ya bir anlamda “Beni şekillendir” demiş olmalarıdır. Tora, kendisini hiçbir art niyet olmadan şekillendirilmeye açan kişilerde gerçekten başarılı olur.
Biz diğer insanlar ise – ve buna, dindar bir ailede doğmuş ve yetiştiği ortam itibariyle dindar bir yaşam tarzına sahip olan, ama sonuçta bunun ötesinde bir adım ilerlemeyen ve en basit ahlaki kurallar açısından bile kişiliğini değiştirmeye kabil olamamış, bunu istemeyen insanlar da dâhildir – Kral’dan kaçan şehirler gibiyiz. Tamamen değişmeye hiçbir zaman açık değiliz. Bunu göze almayı bir an için düşünsek bile, değişimi ancak “kendi sınırlarımıza uygun” şekilde gerçekleşmesi şartıyla kabul ederiz. Tora işte bu sebeple bizi değiştiremez; çünkü biz ona izin vermeyiz.
Hahamlarımızın Tora’nın özellikle çölde verildiğini vurgulamak amacıyla verdikleri örnek işte bu gerçeğe işaret etmektedir. Tora, sadece değişmeye hazır olan kişileri değiştirebilir. Bir kişi Tora’yı kabul etme konusunda kendisini “bir çöl gibi” yapabildiği takdirde, Tora da onu, Tanrı’nın o kişi hakkında “Seninle onurlanacağım kulumsun sen, ey Yisrael!” (Yeşayau 49:3) diyebileceği kadar değiştirecektir.
İnsanlar kendilerini hazırlamadıkları, serbest bırakmadıkları sürece, Tora onlar üzerinde etkili olamaz. Sonuç da, insanların, beklentilerimizin altında kalmaları şeklinde kendini gösterir. Ama başka birinin başarısızlığı, bizim başarımızın bir göstergesi değildir. Bu gibi durumlarla karşı karşıya kaldığımızda bizi ilerletecek olan, “karşımdaki kişi ne kadar da kusurlu” diye değil, “acaba başkaları, özelikle de Tanrı, bana bakınca ne gibi eksikler görüyor?” diye düşünmektir.
İnsan her zaman sızlanacak bir şey bulabilir. Her zaman ilerlememek için bahane üretebilir. Genellikle bunun ardında yatan sebep, kendi rahatlık alanımızdaki yaşantımızı değiştirme cesaretini göstermiyor olmamızdır. Hatta birçok kez, öğrendiğimiz, gördüğümüz yeni şeyin gerçek, doğru ve önemli olduğunu anlıyor ve kabul ediyor olsak da, rahatımızı bozmama tercihini daha cazip buluruz. Ama nerede duyduğumu hatırlamadığım bir söz var: Bizden zorluk ve fedakârlık talep ediyorsa bile, hakikatin gereğini sırf “hakikat olduğu için” yapmanın hazzı bambaşkadır. Bunun için yalnızca tek bir ön şart vardır: Bizi engelleyen her türlü düşünceyi, endişeyi, alışkanlığı göz ardı edip, suya, gelişmeye ve imara can atan bir “çöl gibi olmak”. Başta şahsım olmak üzere, buna nail olmak dileğiyle…
Comments