“Kutsal” veya “kutsiyet” sözcükleri sizin için ne anlam ifade ediyor? Bir insan, bir zaman dilimi, veya bir mekân hakkında “kutsal” sözcüğünü kullandığımız zaman, kastettiğimiz anlam tam olarak nedir?
Bu sorunun cevabının pratik yönden önemi var, çünkü önümüzdeki hafta okunacak olan iki peraşa, Ahare Mot ve Kedoşim’in ikincisinde Tanrı bizden bir talepte bulunmaktadır:
“Kutsal olun, çünkü Ben, Tanrı’nız A-Şem, kutsalım” (Vayikra 19:2).
Aslında Tora’nın biz Yahudilerden kutsiyet talep ettiği ilk yer burası değildir. Tora’nın alınışından hemen önce de, Tanrı şöyle demişti: “Ve siz, Benim için bir Koenler krallığı ve kutsal bir ulus olacaksınız” (Şemot 19:6).
Nasıl? İnsan nasıl kutsal olur? Dahası, tüm bir ulus nasıl kutsal olur?
İbranice “kadoş”, yani “kutsal” sözcüğü, ayrı, farklı veya özel anlamına gelir. Örneğin haftanın yedinci günü Şabat, kutsaldır; çünkü birçok açıdan diğer günlerden ayrı ve farklıdır. Benzer şekilde bayramlar da kutsal günlerdir, çünkü sıradan günlerden farklı niteliğe sahiptir. Bu nedenle gerek Şabat günlerinde gerekse de bayramlarda “kiduş” yaparak bu ayrılığı ve farklılığı vurgularız.
Bir başka örnek de evliliktir. Yahudilikte evliliğe “kiduşin” adı verilir. Yapılan törende, damat, geline maddi değeri olan bir şey – örneğin bir yüzük – verir ve ona “Are at mekudeşet li, betabaat zo, kedat Moşe veYisrael” – “İşte; sen bu yüzükle, Moşe ve Yisrael’in kanunu doğrultusunda benim için kutsalsın” der. Rav’ım ve hocam Rabi Eliyau Koen’in (z.ts.l.) bu konudan bahsettiği zaman söylediği gibi, “Gelinin kutsal olması ne anlama geliyor? Şimdi Sefer Tora gibi elimizi ona uzatıp öpmemiz mi gerek?!” Hayır. Yukarıda da belirtildiği gibi “kadoş” sözcüğü “ayrı ve özel” anlamına gelir. Kiduşinle birlikte, gelin, damat için dünyadaki diğer tüm kadınlardan ayrı, farklı ve özel bir konuma girmiş olur. Artık gelin ve damat birbirleri için, diğer kimsenin olmadığı kadar özeldir.
Bu örnekler doğrultusunda “kutsal bir insan” ile kastedilenin de, diğer insanlardan ayrı, farklı ve özel bir insan olduğu sonucuna varılabilir. Ama soru, bunun nasıl olduğudur? Bir insan, hatta bunun ötesinde, tüm bir halk, nasıl kutsal olur?
Bilindiği gibi, dünyadaki yaygın görüşe göre, kutsal insan, dünyevi konulardan ve zevklerden kendisini uzaklaştıran, maddi dünyanın sunduklarından el çekerek bir nevi münzevi hayat süren kişidir. Bunu dünyanın birçok kültüründe görmekteyiz. Doğu inançlarında dağ başındaki tapınaklara kapanmış rahipler olduğu gibi, batıda Hıristiyanlıkta da manastırlarda kutsiyeti ve Tanrı’ya yakınlığı arayan keşişler ve rahibeler olduğu hepimizin malumudur. Bu insanlar da diğer insanlardan ayrı, farklı bir yaşam sürmektedirler. Dolayısıyla “kutsiyet” teriminin yukarıdaki tanımına uygun bir durumun söz konusu olduğu söylenebilir. Ama acaba gerçekten de Yahudilikte kastedilen kutsiyet bu mudur? Tanrı hepimizin – tüm halkın – birer keşiş olmasını talep ediyor olabilir mi?
Raşi’ye göre kutsal olmaktan kasıt, cinsel ahlaksızlık günahlarından ayrı ve uzak durmaktır. Raşi’nin bu görüşü, bu hafta okuduğumuz ilk peraşa olan Ahare Mot’un sonundaki – ve dolayısıyla Kedoşim peraşasının başında yer alan “kutsal olun” emrinden hemen önceki – kısımda, cinsel ahlaksızlık yasaklarının ele alınıyor olmasına dayanmaktadır.
Ramban ise farklı görüştedir. Ona göre “kutsal olmak” genel nitelikli bir emirdir. Bu emir, Tora’nın herhangi bir yasağıyla değil, aksine, “serbest olan” konularla ilgilidir. Ramban, kutsal olmanın “sınırları bilmek” anlamına geldiğini belirtir. Tora’nın yasaklamadığı birçok konu vardır. Örneğin belli şartlar (hayvanın kaşer bir tür olması, şehita ile kesilmiş olması, kanından arındırılması, sütle yenmemesi vb.) gerçekleştiği takdirde et yenebilir; şarap içilebilir. Teoride Tora bunu sınırlamamıştır. Ama bir insan sırf Tora sınır koymadı diye sabahtan akşama tıka basa et yemeye ve litrelerce şarap içmeye başlarsa, Ramban’ın “naval birşut aTora”, yani “Tora’nın izni dâhilinde, ama yine de pespaye biri” ifadesiyle vurguladığı bir duruma düşebilir. Sonuç olarak, kutsal olmak, “bize yasaklanmamış olan şeylerde” bile sınırı doğru yere çizmeyi ve aşırıya kaçmamayı bilmek, sefahatle aramıza belirgin bir mesafe koymak demektir. Dünyadan zevk al; ama bunu makul ölçüyle sınırlamayı bil.
Raşi ve Ramban bir konuda hemfikir görünmektedirler. Kutsal olmak için, insan kendisini sınırlamalıdır. Başka bir deyişle kutsiyet, gerçekten de dünyevi zevklerden belli bir ölçüde ayrı ve uzak durmayı gerektirmektedir; Raşi’ye göre bu, yasaklardan uzak durmak iken, Ramban’a göre, yasak olmayan konularda da sınırı bilmek demektir. O zaman soru tekrar geri dönmektedir? Acaba Yahudilik de diğer kültürlerde olduğu gibi, kutsiyeti dünyevilikten uzaklaşmak olarak görüyor olabilir mi?
Tora’nın bakış açısından kutsiyet kavramını anlayabilmek için, belki de en iyi yol, bu hafta okuyacağımız Kedoşim peraşasına göz atmak olacaktır. Öyle ya, peraşa bize “kutsal olmamızı” emrettiğine göre, bunu nasıl başarabileceğimizi de açıklıyor olmalıdır.
Peraşada, Vayikra kitabının 19. paragrafında, “kutsal olun” emrinin ardından uzun bir mitsvalar listesi yer almaktadır. Bu listede, Şabat’ın gözetilmesi, Tanrı korkusu, putperestlik yasağı, yalan yere yemin etme yasağı, bazı korbanlarla ilgili kurallar ve daha birçok kanun yer almaktadır. Kutsiyeti ele alan bir kısımda, insanın Tanrı’ya yönelik yükümlülükleri sınıfındaki bu tipteki emirleri bulmak bir sürpriz değildir. Ne de olsa kutsal olmanın, maneviyatı ve Tanrı’ya yakınlığı gerektirdiği açıktır. Dolayısıyla, tüm bu mitsvalara bakarak, kutsiyetin esasının, doğrudan maneviyatla bağlantılı konularla ilgili olduğu izlenimi edinilebilir.
Ne var ki bu kısımdaki mitsvalar sadece bunlardan ibaret değildir. Her şeyden önce, “kutsal olun” emrinin hemen ardından gelen ilk mitsva, anne ve babadan çekinme emridir. Devamında Tora, hasat döneminde, fakirleri ve yabancıları da düşünmek ve onlara çeşitli tarımsal armağanlar bırakmak gerektiğini vurgulamaktadır. Aynı kısım içinde, hırsızlık yapmamak, yalan söylememek, bir işçinin ücretini geciktirmemek, insanlara yanıltıcı tavsiyelerde bulunmamak, küfür/beddua etmemek, kardeşlerimizden nefret etmemek, yargıda adil davranmak, “akranımızı kendimiz gibi sevmek”, “yabancıyı kendimiz gibi sevmek”, ihtiyarları onurlandırmak, intikam almamak, kin gütmemek, alışverişlerde, ölçü ve ağırlıklarda hile yapmamak ve bunlar gibi daha birçok emir de yer almaktadır.
Bu listedeki mitsvalar içinde, “kutsal” olmak için dağ başında inzivaya çekilmiş birinden beklemeyeceğimiz birçok madde görülmektedir. Aksine, tüm bunlar yalnızca, gündelik hayatta, normal yaşamlar süren normal insanların bulunduğu bir ortamda yerine getirilebilecek kurallardır. Maneviyatla doğrudan bir ilgi görünmemektedir. Acaba tüm bunlar “kutsiyet” kavramıyla nasıl bağdaştırılabilir?
Bu konuda Rabi Şimşon Refael Hirsch’in “kutsiyet” için verdiği tanım bize yardımcı olabilir: “Kutsiyet, her türlü iyi eyleme hazır ve amade olmaktır.” Her türlü iyi eylem dediğimiz zaman, Tanrı’ya yönelik yükümlülüklerle insana yönelik yükümlülükler arasında bir fark yoktur. Dolayısıyla kutsiyet, dünyevi yaşamdan el etek çekip sadece maneviyat aramak anlamına geliyor değildir, olamaz. Kutsiyet, maneviyat ile dünyeviliği belli bir dengede birleştirmeyi de gerektirir.
Hatırlayalım; kutsal olmak, ayrı, farklı ve özel olmak demektir. Ve Tanrı “Benim için kutsal olmalısınız” dediği zaman, aslında her birimize ve tüm halkımıza şöyle demektedir: “Senin Benim için ayrı olmanı, ‘Bana özel’ olmanı istiyorum. Bunu nasıl mı yapacaksın? Bu dünyada birçok farklı durum, zorluk, ayartma, kötü eğilim ve günbegün karşına çıkan sınavlar var. Ve özgür iradeye sahipsin. Bu gibi durumlarla karşı karşıya kaldığın her seferinde iki yoldan birini seçebilirsin: ya canın her ne çekiyorsa onu yapabilirsin, ya da bir şeyi yapmadan önce Benim – Tanrı’nın – senden ne beklediğimi düşünebilirsin. Ve eğer özgür iradeni tam da Benim isteğimi yerine getirme yönünde kullanırsan, o zaman tüm dünyaya, Benim takımımda oynayan bir oyuncu olduğunu açıkça göstermiş olursun.
“Şüphesiz, maneviyat konusunda her zaman daha yükseği hedeflemen gerekir. Ama bu seni, bu dünyada, gündelik dünyevi yaşamda, normal insanların yaşadığı bir ortamda normal bir insan olarak yaşama yükümlülüğünden muaf kılmakta değildir! Bu nedenle sadece maneviyata odaklanarak kendini ‘kutsal’ hissetmen yeterli olmayacaktır. Toplumun zayıf kesimlerini de düşünmelisin, adaleti temin etmelisin, büyüklerini onurlandırmalı, onlara saygı göstermelisin, bu dünyanın sana sunduğu tüm sınav ve zorlukları göğüslemelisin – ve tüm bunları yaparken dürüst, namuslu ve hakkaniyetli davranmalısın. En önemlisi, tüm bunları, Tanrı için ayrılmış, O’na özel olduğun bilinciyle ve bunu vurgulayacak şekilde yapmalısın. İşte bu şekilde kutsal olursun – hem bireysel olarak, hem de bir ulus olarak.”
Kutsal olmak, Tanrı’nın takımında oynamaktır. Yahudiliğin ideali, “am kehol aamim” – diğer herhangi bir halk gibi – olmak değil, “mamlehet Koanim vegoy kadoş” – bir Koenler krallığı ve kutsal bir ulus – olmaktır. Kuruluşunun yetmiş ikinci yılını kutlamakta olduğumuz, dünyanın tek Yahudi devletinin sınavı da budur. Ve bu, gerek bireysel, gerekse de ulusal açıdan, hepimizin sınavıdır. Yom Aatsmaut Sameah.