
Merhaba sevgili okuyucularım. İşte yine birlikteyiz. Bir Corona’dır gidiyor. Herkes ne yerde, ne gökte ama, mecburen de evde. Yüksek İstirahat Fakültesi’nde müthiş durgun ve hareketsiz günler yaşıyoruz. İçimiz dışımız Corona haberleri, önlemler, el yıkamaktan salamuraya dönmüş eller ve yüzler, herkes akıl vermece. Whatsapp aşırı mesaiden sürmenaj olmak üzere. Ama Tanrı’nın izni ile bu günleri de atlatacağız, fakülteden mezun olup kep atacağız.
Ha bu arada Maşiyah da gelmek üzere imiş. Bence Corona’ya yakalanmadan gelsin. Bakalım Maşiyah gelince neler olacak? Valla dalga geçmiyorum, acaba neler olur? Eğer sağlam kalırsak, belki görürüz.
10 gün önce ülke henüz daha beklemedeyken, İtahdut Yotsei Turkia (İYT) Derneği bir gezi tertiplemişti. Biz de eşimle birlikte o geziye katıldık. Bir çok iptal olmasına rağmen katılım yine de fena değildi. Gezimizin ilk durağı, Latrun’daki “ Zırhlı Birlikler, Tank Müzesi”ydi. Ben tarihe çok düşkün bir kişi olarak, anlatılanları, savaşları ve tankları ilgi ve sevgiyle izledim. İsrael’in kuruluşundan önce başlayan mücadele dönemlerini de kapsayan farklı tankları görmek çok ilginçti. İlkel ilk tanklardan, gelişmiş tanklara kadar, günümüze değin ulaşmış teknolojilerle ilgili bilgiler, farklı ülkelerin ordularında görev almış, yüksek rütbeli Yahudi subayların öykülerini dinleyip, resimlerine bakmak, eski askeri üniformaların sergilendiği cam vitrinleri izlemek, bence çok etkileyiciydi.

Müze ziyaretinden sonra, müzenin az uzağında olan Latrun’daki Suskunlar Manastırı”nı ziyaret ettik. Burada sessizlik yemini etmiş rahip ve rahibeler yaşıyorlar. Hayatları ibadetle ve günün diğer saatleri ise bağcılık ve zeytincilik yaparak geçiyor. Bu adanmış hayat onlar için bir yaşama biçimi. Manastırın bir de satış mağazası var. Manastırın ürettiği zeytinyağları ve şaraplar satılıyor. Ayrıca çevre Arap köylülerinin yaptıkları takılar, tesbihler ve seramik objeler de var.
Manastırdan ayrılıktan sonra, otobüsümüzle kısa bir mesafe gittikten sonra, bu defa da bir Moşav’a vardık. Öğle yemeğimiz, bu moşavın sunduğu yiyeceklerden oluşuyordu. Geniş alandaki uzun masalara ve tahta sıralara yerleştik. Büfe açılınca tamamen vejetaryen yiyeceklerden oluşmuş açık büfede sıraya girdik. O günün başyemeği peynirli lazanya ve haşlanmış ve ayıklanmamış enginarlardı. Bunun yanı sıra haşlanmış kabak, havuç, batata, minik patatesler ile ızgaralınmış kabak ve enginar da vardı. Bu moşav enginar cenneti.

Kasaların yanında orta boy kolilere istiflenmiş enginarları satıyorlar. İnsanlar kutu kutu alıp evlerine götürüyorlar. Bu enginarları bizim gibi allayıp pullayıp pişirmiyorlar. Kabukları ve kalbi dahil, enginarları haşlayıp yiyorlar. Yanlış anlamayın ben Türk Yahudilerinden söz etmiyorum. İsraelli’lerden bahsediyorum. Biliyor musunuz ben haşlanmış bir enginarı bütün yedim. Valla harikaydı. Ben zaten böyle komünist mutfaklarına bayılırım. Enginarı tuz ve sirkeyle haşlıyorlar, sonra kaynar sudan tabağa. Ortasından ikiye kestim. İçi yumuşacık ve hakikaten çok lezzetliydi. Kabuklarının son kısmı da etli… Balık yer gibi, elle ye kenara koy. O kadar çok doydum ki, gece evde hiçbir şey yemedim. Sabah hala toktum. Başkalarını bilmem ama vejetaryen yemekler bana çok uydu. Kocam zorlamasa, bir gram bile et veya tavuk yemek istemiyorum. Kenarından şöyle bir iki lokma alıp bırakıyorum zaten.
Yemekten sonra bir çiftçinin eşliğinde enginar tarlalarına götürüldük. Adam orak gibi bir bıçakla enginarları kesip bize beysbol topu gibi fırlatıp hediye etti. Eve iki iri enginarla döndük. Bir gece onları haşladım, afiyetle yedim, kocam da beni seyretti. İstemedi yoksa ona da verirdim. O gece de tıka basa doydum. Ben bu işe sardım. Şu Corona bir bitsin bir sürü enginar alıp her gün yiyeceğim. Hepinize tavsiye ediyorum. Ben küçükken annem enginar alıp evde ayıklardı. Üç kova dolusu çöp çıkardı. Ne gerek var? Ayıklama, yıka, haşla ve bon apetiteJ))
Bence o günkü gezi bir harikaydı. Emeği geçen herkese teşekkürler. Hem uhrevi, hem de midevi bir bayramdı. Tank Müzesi de vatanın nasıl kurtarıldığını anlatan duygusal ve öğretici bölümüydü.
Şimdi gelelim bu güne. Dostlar bu günler de geçecek. Her şey değişir, her şey biter. Biz aklımızı ve sabrımızı kullanarak bu günlerin de üstesinden geleceğiz. Sevgili Tanrı’mız inşallah bizlerle birlikte, bütün insanlığı da koruyucu kolları ile sarsın. Bir dahaki yazımızda daha keyifli konularda buluşmak üzere mutluluk ve sağlıcakla kalın.