Donald, Jacinda ve yarınlarımız  -veya- Servet, Mutluluk ve torunlarımız
top of page

Donald, Jacinda ve yarınlarımız  -veya- Servet, Mutluluk ve torunlarımız


Eminim başlıktan birşey anlamadınız. Haklısınız. Anlatmaya çalışayım.

Donald bizim başkan Trump. Hani “Make America Great Again” sloganıyla, tüm tahminlerin aksine dünyanın en güçlü adamı koltuğuna dört seneliğine, (belki de sekiz olacak?) oturan kişi.

Amerikan vatandaşının refah seviyesini yükseltmeyi hedef alan, bunu başaran ancak buna karşılık dünyanın ekolojik sorunlarına sırtını çeviren ABD başkanı.

Jacinda Ardern ise Yeni Zelandanın başbakanı. Bu sene ülkesinin tarihinde bir ilke imza atacak. Bundan böyle ülkesinin ekonomik başarısı GDP, (Türkçesi, GSMH, gayrı safi milli hasıla) ile değil, ‘’well being’’ yani iyi olma veya mutluluk endeksi ile ölçülecek.

Yeni Zelanda, (bildiğim kadarıyla Bhutan ülkesiyle birlikte) bu endeksi uygulamaya koyan ilk ülke. Ne var ki fikir ekonomistler ve fikir önderleri arasında yeni değil, yıllardır tartışılan bir konu.

Yeni Zelanda’nın yapmak istediği şu: Okul, hastane, altyapı harcamalarının yanı sıra, ülke kaynakları beş devlet önceliğine yönlendirilecek. Akıl ve ruh sağlığı, çocuklar, yerlilere yapılan eşitsizliklerin düzeltilmesi, dijital çağa uyum ve ekolojiye dönük ekonomi.

Sanayi Devrimi sonrası dünya bir “Gelişme Yarışına” girişti. Zamanla, 1930’larda, ülkelerin büyüklüğü/gelişmişliği GSMH ile ölçülür oldu. GSMH ‘nın bileşimi ise şöyle: Kişisel harcamalar + yatırımlar + devlet yatırımları + devlet harcamaları + (Dışsatım – Dışalım).

Kapitalist sistemin devamlı büyüme prensibi üzerine kurulmuş olması da bu devirdeki hükümetlerin yönünü belirledi. Ancak dünyanın ekolojik dengesinin alarm sinyalleri vermesi ve bazı fikir önderlerinin zenginlik/mutluluk kavramına değişik yorumlar getirmeye başlaması bizi bir “game changer/ oyun değiştirici’’ noktaya getiriyor gibi. Zira geleneksel anlamda büyüme/zenginleşme trendi karbon emisyon miktarları ve ekolojik sistemin sağlığıyla birebir çakışıyor. Trump’la Ardern’in tamamen ters yönlere gitmeleri gibi.

Tek bir yerküremiz var yaşayabildiğimiz. (Henüz Merih veya ayda yaşamaya başlamadığımıza göre!) Ve bunu korumak için karbon emisyonlarını düşürmek ve dolayısıyla gelişme/zenginlik değerlendirmelerimizin parametrelerini değiştirmek zorundayız. Yani doğru yol Ardern’in yolu gibi gözüküyor.

Gelişme ölçümlerinin, sadece GSMH’ ya bağlanmasını eleştiren düşünürler çok. GSMH sadece fiziki üretimin bir ölçüsüdür diyorlar.

Değerlerin miktardan çok kaliteye dayandığı servis, sigorta, eğitim ve benzeri pek çok parametrelerin bu ölçüme girmediğinden yakınıyorlar.

GSMH’sı dünyanın en yükseği olan buna karşılık ekonomik faaliyetlerinin yüzde sekseninin servislerden kaynaklandığı ABD gibi ülkelerde bu durum büyük önem arz ediyor.

Diğer bir deyişle “gelişme” kelimesinin tanımını daha genişletebilirsek büyük bir olasılıkla hem biz daha mutlu olabilecek hem de yerküremizi daha uzun yıllar insanlar için yaşanabilecek bir mekan olarak koruyabileceğiz. Tanımı nasıl mı genişletebiliriz?

GSMH parametrelerinin yanına yenilerini de ekleyerek.

Örneğin yenilenebilir enerji oranını toplam enerji harcamalarına göre sürekli arttırarak.

Daha temiz hava soluyarak, kendimize ayırabildiğimiz zamanı arttırarak, daha uzun ve sağlıklı bir yaşama sahip olarak, gönüllü toplum çalışmalarını arttırarak.

Bu arada, GDP’nin, (Gross Domestic Product) yerini alması düşünülen kelime, GPI, (Genuine Progress Indicator / Gerçek Gelişim Göstergesi).

Bu haftalık yazımın ilk bölümünü burada noktalıyorum.

(Haaa, torunlar nerden girdi başlığa diye sorarsanız; bugünlerde bizlerin alacağı kararlar torunlarımızın hayatını belki de bekasını tayin edecek de ondan, derim)

Yazımın bundan sonraki bölümü kendisine ayırabildiği zamanı arttırmış olan ve bu zamanını yazımın ikinci bölümünü okuyarak geçirmek isteyen okuyucularımız için.

GDP’nin diğer bir tanımı da bir ülkenin belirli bir sürede, (genelde bir yılda) ürettiği tüm ürün ve servislerin toplam değeri. Genelde bir ülkenin yıllara göre veya diğer ülkelere göre ekonomik gelişiminin göstergesi olarak kullanılıyor.

IMF’nin Ekim 2019 raporu verilerine göre dünyanın ilk yirmi ekonomisi dünya ekonomisinin yüzde yetmişdokuzunu sağlıyor. Geri kalan 173 ülke ise sadece yüzde yirmibirini!

GDP’si en yüksek on ülke şu şekilde sıralanıyor:

ABD, Çin, Japonya, Almanya, Hindistan, Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Brezilya, Kanada.

Türkiye ondokuzuncu sırada. İsrael ise otuzbirinci.

(Tabi GSMH kişi başına düşen milli gelirden çok farklı; ülke nüfusunun bu rakkamda payı çok büyük).

Kendini mutluluk endeksine bağlamayı yeğleyen Bhutan 164 ncü sırada.

Son üç sırayı Marshall Adaları, Kiribati ve Tuvalu paylaşıyorlar. (Son ikisini ben ilk defa duyuyorum?)

GDP konusunu burada kesip biraz da “Dünya Mutluluk Rapor”una bir göz atalım şimdi.

2011 Yılında Birleşmiş Milletler öncülüğünde başlanılmış bu rapora ve BM Genel Sekreteri ve Bhutan Başbakanı eşbaşkanlığında toplanmış ilk kurul.

Her ülke bireylerinden alınan kesitlere bir dizi sorular sorulup bunları birden ona kadar en iyi/en kötü şeklinde notlamaları isteniyor. Sorulara temel teşkil eden konular şu şekilde sıralanıyor:

İş ve ekonomi, yurttaş duyarlılığı, iletişim ve teknoloji, sosyal bağlamda çeşitlilik, eğitim ve aile, duygular(iyi olma, iyi hissetme), çevre ve enerji, gıda ve barınma, yönetim ve politika, kanun ve güvenlik, sağlık, din ve ahlak, ulaşım, iş ve işsizlik durumu.

Son yıllarda dünya mutluluk listesinde başı çeken dört ülke değişmiyor.

Finlandiya başta olmak üzere Danimarka, Norveç ve İsviçre. Bu dört ülkenin de özellikle aşağıda belirtilen altı parametrede üstünlükleri var.

Gelir düzeyi, sağlıklı bir hayat beklentisi, sosyal güvenlik, özgürlük, güven ve son olarak vericilik/cömertlik. Son yıllarda mutluluk endeksinde en yüksek sıçrama Togoda, en kötüye gidiş de Venezuelada yaşanmış. (Ahh, Chaves ve Maduro, ahh!)

Listenin sonundaki en mutsuz üç ülke Afganistan, Merkez Afrika Cumhuriyeti ve Güney Sudan.

Listede İsrael onüçüncü, Türkiye yetmişdokuzuncu, ABD ondokuzuncu, İran ise yüzonyedinci sırada.

Bizi canlarından çok seven (!) ve bunu her fırsatta sadece sözle değil canlı bombalarla, roketlerle, yanar uçurtma ve balonlarla, terörist, vizesiz turistlerle (!), belirten komşularımıza rağmen bu sıralamada onüçüncü olabiliyorsak NE MUTLU BİZE !!

Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page