Tora üç atamızla ilgili anlatımları sırasında en az bilgiyi Yitshak Avinu hakkında vermektedir. Bu anlatımlar boyunca Avraam ve Yaakov birkaç peraşada hayatlarında meydana gelmiş birçok olayla anılırken, Yitshak’la ilgili bilgilerimiz nispeten kıttır.
Kendisini birinci derecede ilgilendiren Akedat Yitshak olayında bile, sarf ettiği sadece tek bir cümlesi kaydedilmiş olan Yitshak’ın “başrolde” olduğu tek bir peraşa vardır; o da bu hafta okuduğumuz Toledot peraşasıdır. Üstelik bu peraşada bile, Yaakov ve Esav arasındaki, henüz ana karnında başlamış, behorluk (ilk doğan) hakkının satışıyla devam etmiş ve peraşanın sonunda Yitshak’ın berahasıyla doruğa ulaşmış olan gerilim oldukça merkezi bir yer tutmaktadır. Arada net olarak Yitshak’a ayrılmış tek bir perek vardır ki o da Yitshak’ın Gerar bölgesinde geçirdiği dönemdir.
Tüm anlatımlar boyunca Yitshak’ın, bir şekilde “pasif” görünüm sergilediği göze çarpmaktadır. Gençliğinde Yişmael’in tehlikeli oyunlarına maruz kalmış; ama müdahale eden, annesi olmuştur (bkz. Bereşit 21:9. Akedat Yitshak olayında, 37 yaşında olmasına rağmen babasının kendisini “boğazlamak için” (!) bağlamasına hiç ses çıkarmamıştır. Peraşanın sonuna doğru Esav’a beraha vermek istediğinde, eşi, Annemiz Rivka’nın müdahalesi sonucunda berahayı Yaakov almıştır. Ama daha sonra olanları öğrendiği zaman da Yitshak’ın ne Yaakov’a, ne de Rivka’ya karşı herhangi bir tepkisinin olduğunu, aksine, Yaakov’u tekrar mübarek kıldığını görüyoruz.
Gerar bölgesindeki dönemde de, Yitshak’ın, tıpkı babası Avraam gibi su kuyuları açmakla meşgul olduğu anlatılmaktadır. Ancak Yitshak’ın açtığı her kuyu, yerel halkın onda hak iddia etmesiyle sonuçlanıyordu. Buna rağmen Yitshak’ın orada da herhangi bir tepki vermediğini, bir kuyuya itiraz edildiğinde sesini çıkarmayıp bir sonraki kuyuya geçtiği görülmektedir. Her şeye rağmen Yitshak maddi yönden de çok başarılı olmuş, o kadar ki, onun başarılarını gören Gerar kralı Avimeleh sonunda gelip onunla bir anlaşma yapma ihtiyacı hissetmiştir.
Bu olayda Yitshak’ı belki de ilk kez olmak üzere Avimeleh’e serzenişte bulunurken görüyoruz: “Neden bana geldiniz? Oysa benden nefret edip beni yanınızdan kovmuştunuz” (Bereşit 26:27) diye sormuştur. Kendisine verilen cevap gayet sinir bozucudur: “Tanrı’nın senin yanında olduğunu gördük ve seninle aramızda bir yemin olsun, seninle bir anlaşma imzalayalım dedik. Biz sana hiç dokunmamışken ve sana yalnızca iyilik yapmış, seni selametle göndermişken bize sakın kötülük etme!” (Bereşit 26:28-29).
Herhalde orada ben olsaydım bu cevap karşısında, hak edildiği şekilde, boks terimleriyle sıkı bir “direkt” çıkarmaya cesaret edemesem bile, en azından bağırmaya başlardım. Ama Yitshak… cevap bile vermemekte; üstüne üstlük onlara ziyafet düzenlemekte ve ertesi gün de istenen antlaşmayı yapmaktadır! Sizi bilmem, ama Yitshak Avinu’nun tüm bu olaylardaki sessizliği, her şeyi olduğu gibi kabul edişi, haksızlık karşısında bile etkili bir tepki vermeyişi hep merakımı uyandırmıştır. Gerek bu peraşada anlatıldığı, gerekse de önümüzdeki haftalarda göreceğimiz gibi, oğlu Yaakov çok daha atak, karşısındakine göre doğru hamleleri zamanında yapmayı bilen bir karakter olarak karşımıza çıkarken, Yitshak’ın bu pasif duruşunun anlamı nedir?
Çoğumuz belki duymadık, ama bundan yaklaşık bir ay önce, dönemimizin çok büyük Hahamlarından Rav Nisim Karelitz vefat etti. Bene Berak’ta Bet-Din başkanı olarak görev yapan ve daha birçok görevi yürüten Rav Karelitz, diğer birçok haham gibi bizim çevrelerde ne yazık ki pek tanınmıyordu. Ne de olsa bizim maruz kaldığımız medyada günümüzün hahamlarından pek bahsedilmez, edildiği zaman da, en hafif tabiriyle, izleyiciye pek sempatik bir şekilde yansıtılmaz. Bu sadece büyük bir haksızlık ve talihsizlik değil, aynı zamanda Yisrael halkı için de büyük bir kayıp; ama şimdi bu konuyu açmanın yeri değil. Sadece, kitlesel medya sayesinde ünlenmiş biri olmayan bu büyük adamın cenazesine “on binlerce” kişinin katıldığını söylemekle yetineyim ve Rav Karelitz hakkında geçenlerde bana anlatılan bir olayı aktarmaya geçeyim.
Bir gün Rav Karelitz oğluyla konuşuyordu. “Dün komşumuz bana geldi ve bir konuda yakındı” diye söze başladı. “Bana ‘Evinizde boya yaptınız ve bu da kanalizasyonumuzun tıkanmasına yol açtı. Adam getirip açtırmak zorunda kaldım. Lütfen bunu telafi edin’ dedi. Ne kadar borcum olduğunu sorunca bana 1000 şekel dedi. Ben de çıkardım verdim, konu kapandı.”
Rav Karelitz biraz durakladıktan sonra devam etti. “Aslına bakarsan, ona bu parayı ödememek için üç sebebim vardı. Birincisi, madem boyadan bahsediyoruz… boya sıvı bir şeydir. Kanalizasyonu tıkamaz. Akıp gider. İkincisi, biz bu eve taşındığımız zaman tesisatçı çağırmış ve bizim boruları apartmanın borularından tamamen ayırmıştım. Yani bizden gelen bir şeyin komşuların borularını tıkaması mümkün değil… Üçüncüsü ise… Biz evde hiç boya yapmadık!”
Oğlu şaşırmıştı. “Öyleyse neden ödedin?!” diye sordu hayretle. Rav Karelitz; “Barış önemlidir” demekle yetindi.
Rav Karelitz için barış önemliydi, o yüzden kesinlikle mecbur olmamasına rağmen kendisinden istenen parayı vermişti.
Yitshak Avinu için de çok önemli bir şey vardı: Tanrı’ya yakınlık. Bunun dışında diğer her şey ikinci plandaydı. Ne onuru, ne parası, ne de canı! Yitshak bu dünyada yaşıyordu, ama aslında ona bizim gibi yüzeyden değil, biraz daha yukarıdan, Tanrı’nın yanından bakıyordu. Dünyayı Tanrı’nın yönettiğini, dolayısıyla meydana gelen her şeyin olması gerektiği gibi olduğunu biliyordu. Bu yüzden de esas olanın yanında nispeten önemsiz olan şeylere büyük bir önem atfetmiyordu. Babası onu korban etmesi gerekiyorsa, hazırdı. Berahayı, vermek istediği oğlu değil de diğer oğlu aldıysa, demek ki öyle olması gerekiyordu. Hele maddi konularda kavgalara, sürtüşmelere girmeye hiç değmezdi. Barış önemliydi.
Biz Yitshak gibi olayları “Tanrı’nın yanından”, objektif ve “kuşbakışıyla” görecek düzeyde değiliz. Hatta belki Rav Karelitz’in davranışını da biraz abartılı bulmuş olabiliriz. Gayet normal. Bu anlatımlardan “Hakkımızı, onurumuzu korumamıza gerek yok. Enayi olmak iyidir” şeklinde bir sonuç çıkarma amacım da yok!
Ama hepimizin, neleri öncelikli, neleri de tali görmek gerektiği konusunda belli bir düzeni kafasında oturtmaya ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Gündelik yaşamda çoğu insan, haklarında diretme eğilimi gösterir. Fakat takdir edersiniz ki, aslında bunun şart olmadığı birçok durum vardır. Bu gibi durumlarda, olayın tarafı olduğumuzu biraz unutup seyirci koltuğuna geçmekte – konuya “Tanrı’nın yanından” bakmakta – fayda var. Oradayken durumu daha makul ve objektif bir yönden değerlendirip, diretip diretmeme konusundaki kararımızı daha sağlıklı bir şekilde verebiliriz. [Diretme kararı vermek de ayıp değildir!] Dilimizin ucuna gelen bir lafı söylememek veya hakkımız olanı talep etmemek bazen kısa vadede “kayıp” gibi görünebilir. Ama bu ufak “kayıplar” pahasına bile olsa gereksiz gerilimlerden kaçınmak hepimiz için kazanç olacaktır. Barış önemlidir.