Geçtiğimiz günlerde İsrael Savunma Güçleri başarılı bir ortak girişimle saatli bomba gibi işleyen İslami Cihada mensup terörist başı Baha Ebu el-Ata’yı etkisiz hale getirdi.
Herşey 1979 yılında Paristeki sürgün hayatından İran’a bir kahraman gibi dönen Ayetullah Humeyni’nin bir sloganıyla başlamıştı.
“Biz, İslam Devrimini dünyaya ihraç edeceğiz” demişti Ayetullah ve ne yazık ki sözünü de tutmuştu. 1989 yılında onun ölümüyle yerine geçen ve onun kadar köktendinci olan Khamenei de liderinin izinde gitmeye devam ediyor.
Bu “ihracaat”ın bir ürününe dönüşen “Filistindeki İslami Cihad Hareketi” 1 Kasım 1981’de Gazze şeridinde kuruldu.
Kurucularından Aziz Şakaki ve Şeyh Awda Müslüman Kardeşler örgütüne mensuptular.
Kuruluş amacı açık ve netti. İsrael Devletini yok etmek ve yerine şeriata dayalı bir İslam Devletini kurmak.
Ve bunu siyasal bir süreçle değil, askeri güçle sağlamak.
Çok kısa bir sürede, sadece üç senede İsrael’e karşı terör etkinliklerine başladılarsa da esas terör başarılarını (!) 1987 yılından itibaren perçinlediler. 1988 yılında İsraelli yetkililer liderlerini Lübnan’a sürgün etti. Örgüt burada İran ve Hizbullahtan her türlü desteği almaya başladı. 1990 yılında karargah Şam’a taşındı; Beyrut, Tahran ve Hartum’da şubeler açıldı. Vakti geldiğinde İslami Cihad, Hamas’la birlikte Oslo Barış Antlaşmasını red etmekte hiç zaman kaybetmedi.
İslami Cihad hareketi ABD, AB, Birleşik Krallık, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Japonya ve İsrael tarafından bir terör örgütü olarak tanımlanmıştır. Gerçekleştirdiği terör saldırılarının sadece listesini yazmak dahi bu yazı için bana tanınan yerin sınırlarını aşar. Terör, özellikle masumları ve sivilleri hedeflediğinden, düşünülebilecek en iğrenç insanlık suçudur; bu örgütün kullanmış olduğu sahte “basın aracı” kisvesiyle masumların arasına dalıp onları öldürmek bu iğrençliğin örneklerinden sadece biridir, boyutlarını arttırır.
Örgüt 15 yaşındaki çocukları intihar bombacısı olarak sivil halkın üzerine yollamakta bir beis görmez. (29 Mart 2004, Tamer Khuweir). Sadece intihar bombacısı olarak gerçekleştirdikleri terör olayları otuzun üstündedir. Yönettikleri yuvalarda askeri üniformalı çocuklar kendilerini havaya uçurarak Siyonistleri öldüreceklerini haykırır, bunun provasını yaparlar. Yönettikleri okullarda öğrencilere verilen doktrin de açık ve nettir. “Ürdün nehriyle Akdeniz arasında Yahudiler varoldukça onları imha etmek için her gayreti göstereceğiz.”
Öte yandan, ta 1979 yılından beri İran, İslam Cumhuriyeti devrimini ihraç etmek ve bölgede nüfuzunu arttırmak için çalışmalarını aralıksız sürdürmüştür. Nükleer güce sahip olma çabası da bu gayretlerin bir parçasıdır. Humeyni’nin takipçisi olan Khamenei gençliğinde Şah’ın gizli polis örgütü Savak’ın -ki Savak her zaman ABD ve İsrael istihbarat örgütleriyle işbirliğiyle suçlanmıştır- işkencelerine maruz kaldığından özel bir ABD ve İsrael düşmanlığı geliştirmiştir. İran liderlerinin haftanın her Pazartesi ve Perşembe günü “İsraeli haritadan sileceğiz” söylemleri biraz halklarını ortak bir amaç peşinde birleştirmek gayesinden, biraz da bu özel kinden kaynaklanır.
Sonuç olarak İslami Cihad, İran’ın “nüfuz bölgesini arttırma” gayretlerinin bir sonucudur. Örgüt maddi desteğini bu devletten alır. Yine İran güdümlü Lübnan’daki Hizbullah hareketinden de destek alır. (Ancak son yıllarda İran - Suudi Arabistan çekişmesinde örgütün İran’ı desteklememesi sonucu, aralarının zaman zaman açıldığı da iddia edilmektedir.)
Günümüz koşullarına bakarsak İran, Irak ve Yemen’deki etki alanlarının dışında, Suriye’de, Lübnan’da (Hizbullah), ve güneyindeki Gazze’de İslami Cihad örgütü sayesinde İsraeli her taraftan kıskaç altına alma çabalarını sürdürüyor.
İslami Cihad Gazze’nin hakimi Hamas ile zaman zaman sürtüşse de genelde ortak düşman İsrael’e karşı işbirliğini sürdürür. Son zamanlarda Hamas, çıkarları gereği, terör faaliyetlerinde bir nebze profil indirmesine rağmen, Ebu el-Ata’nın başını çektiği İ.C. örgütü saldırılarını aralıksız sürdürdü.
Operasyona start veren ülke yöneticileri ve savunma güçleri terörist başının etkisiz hale getirilme zamanlamasında iki amacın önemine dikkat çektiler:
Saldırıda teröristten başka can kaybı olmaması, kimsenin sebepsiz yere hayatını kaybetmemesi,
El- Atanın planladığı yeni terör saldırısından önce etkisiz hale getirilmesi.
Bu son olaylarda İsrael Hamas’a bir zarar vermemek için azami gayreti gösterdi. Ve Hamas’ın da olaya müdahil olmamasını bu sayede sağlayabildi.
Sonuç olarak:
İsrael uzun kollarının en umulmadık zamanlarda en umulmadık yerlere kadar ulaşabileceğini gösterdi.
Hamas ile kardeşi İslami Cihad’ın nadiren de olsa ülkemize karşı ortak tutum içinde olmayabileceklerini gördük.
Ülkemizin dörtyüz rokete rağmen hem insani kayıpları sıfıra indirebildiğini, -ileri savunma teknolojisi sayesinde- ve daha da önemlisi,
Dörtyüz roketin dahi bu milletin inandığı yolda moralini bozamayacağını, roket yağmuru altında dahi vatandaşlarının dik durduğunu, tek vücut olduğunu gördük
Beğensek de, beğenmesek de Başbakan Netanyahu’nun yıllardır ısrarla İsrael’in ve Ortadoğudaki barış olasılığının en büyük düşmanı olarak İran’ı göstermesinde ne kadar haklı olduğunu anladık.
Ve ne acıdır ki zalimle mazlumu kendi anlayış ve çıkarlarına göre tanımlamakta ısrar eden bazı ülkeler, sivil halkın üzerine dörtyüz roket fırlatan terörist İ.C. örgütünü desteklerken, terörle ilgisi olmayan Gazzelilerin zarar görmemesi için azami çabayı sarfeden İsraeli kınamaya devam ediyorlar!
Ha… unutmadan, ben şehir merkezlerine günlerce ve yüzlerce roket atılmasına rağmen saldıranlara savaş açmadan, sadece nokta müdahalelerle kendini korumaya çalışan başka bir ülke tanımıyorum. Siz tanıyor musunuz?