top of page

Bir Erkek ve Bir Kadın…


Bu haftaki yazımda insani duyguların en güzeli olan AŞK’tan söz etmeye karar verdim. Gazze’den yağan roket yağmuru ile geçen huzursuz bir haftayı geride bırakırken, aşktan bahsetmenin hepimize iyi geleceğini umuyorum.

Doğruyu söylemek gerekirse, gördüğüm bir filmden sonra aşktan bahsetmeye karar verdim. Benim yaş dilimimde olanlar veya yakın olanlar bilirler; gençlik günlerimizde bizleri etkileyen, gözyaşı döktüren aşk filmlerinden biri; “Love Story”, diğeri de “Un Homme et une Femme”dı…

“Un Homme et une Femme” (Bir Erkek ve Bir Kadın) 1966 yapımı, yönetmen Claude LeLouche’un filmiydi. Film, 1966’da Cannes Film Festivalinde En İyi Film dalında Altın Palmiye ödülünü kazanmıştı. O yıllarda filmler Türkiye’ye bir-iki yıl gecikmeli gelirdi. O filmi Cinematek’te sanırım 1968 veya 1969’da seyrettim. 19 yaşındaydım…

Dul ve yakışıklı bir otomobil yarışçısı Jean Louis (Jean Louis Trintignant), eşini kaybetmiş güzel bir kadın Anne (Anouk Aimée) ile aynı okulda olan çocukları sayesinde tanışırlar. Ruh ikizlerini bulmuş gibidirler… Aralarında saf, temiz bir aşk doğar. Ama nedense bu birliktelik, - belki de adamın biraz çapkın olduğundan - ayrılıkla ve hüzünlü bir şekilde son bulur. Filmin müziği ölümsüzleşir… Francis Lai’in bestesi olan bu şarkıyı bence hepiniz tanıyorsunuzdur... *Aşağıda linkini tıkladığınızda, “Aaa tabii, tanıyorum!..” dediğinizi duyar gibiyim…

Şimdi gelelim geçen hafta izlediğim filme… Aynı yönetmen, Claude LeLouche 53 yıl aradan sonra, filmin devamını çekti… Filmin adı; “Les Plus Belles Années D’une Vie” (Bir Hayatın En Güzel Yılları…) Film geçtiğimiz Mayıs ayında, Cannes’da yarışma dışı gösterime girdi ilk kez… LeLouche 29 yaşındaydı “Un Homme et une Femme”ı çektiğinde, şimdi yaşını siz bulun… Filmde kimler mi oynuyor? Tabii ki yeniden bir zamanların yakışıklısı Jean Louis Trintignant ile güzeller güzeli Anouk Aimée… Ama 53 yıl daha yaşlanmış olarak…

Konu kısaca şöyle: Anne ileri yaşına rağmen hala küçük bir dükkânı işletmektedir. Jean Louis’yi ise bir huzurevinde tekerlekli sandalyede görürüz. Diğer yaşlılar kurumdaki her türlü etkinliğe mutlulukla katılırken, Alzheimer hastası Jean Louis ilgisiz, sessiz, bu dünyadan kopuk gibidir. Geçmişe dair hiçbir şey hatırlamaz… Hatırladığı tek şey bir zamanlar sevdiği ve yitirdiği kadındır… Jean Louis’nin oğlu Anne’ı bulur, ondan babasını huzur evinde ziyaret etmesini rica eder.

Anne’ın ilk ziyaretinde Jean Louis eski aşkını tanıyamaz, ama sıcak sohbetleri sırasında hep o eski aşkı konuşurlar. Anne’ın ziyaretleri devam eder… İkisi de birlikte olmaktan çok mutludur. Jean Louis’nin hafızası sevgilisini tanımak ve tanımamak arasında gider gelir. Jean Louis’nin; “Birlikte yaşayamadık, bari birlikte ölelim” sözü çok anlamlıdır.

Şimdi filmi bir kenara bırakayım, ilginç bulduğum bazı bilgileri sizlerle paylaşayım… Yönetmen Claude LeLouch, Charlotte ve Simon LeLouch’un oğulları olarak Paris’te dünyaya geldi. Babası Cezayirli bir Yahudi, annesi ise Yahudi inancına geçmiş bir kadındı. Claude’un sinema ile tanışması çok erken yaşlarda başlamış. Bakın kendisi bu durumu nasıl anlatıyor; “Küçükken annem beni karanlık sinema salonlarında gizlerdi. Çünkü Gestapo’dan kaçmak zorundaydık.” Dini inancı konusunda da; “Bugün Tanrı’ya inanıyorum, inancım İsrael’de bir film çektiğim sırada daha da güçlendi…” demekte.

Her iki filmin de kadın oyuncusu Anouk Aimée’nin asıl adı Nicole Françoise Florence Dreyfus… Aktör Henri Murray (Henry Dreyfus) ve aktris Genevieve Sorya’nın kızı olarak Paris’te dünyaya geldi. Bir tarihçiye göre; babanın aile kökeni 1894’te orduya ihanet ettiği suçlaması ile mahkûm edilen ve Avrupa tarihinde Dreyfus olayı olarak bilinen Yahudi Yüzbaşı Alfred Dreyfus’e dayanıyor. Annesi Anouk Aimée’yi Katolik olarak büyüttüyse de, reşit olduğunda genç kız babasının inancını tercih edip Yahudi oldu.

Şimdi, “Un Homme et une Femme”ın 53 yıl sonra devamını, “Les Plus Belles Années D’une Vie”yi izlerken ve bu yazıda sizlere anlatırken niçin duygulandığımın ve Tanrı’ya şükrettiğimin sebebini açıklayayım…“Un Homme et une Femme”ı seyrettiğimde 19 yaşında olduğumu söyleşmiştim. Yalnız değildim… Şimdi eşim olan kişiyle izlemiştik o filmi ta o zamanlarda… Ve… yarım yüzyıl sonra “Les Plus Belles Années D’une Vie”yi de yine birlikte, yan yana izledik… İyi ve kötü günleriyle geride bıraktığımız uzun yola birlikte devam etme şansını yakalayarak…

Sizce de anlamlı değil mi? Sevgiyle kalın…

Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page