top of page

“Kristal” olmayan “Gece”...


1938 yılının 9 Kasım akşam saatlerinden başlamak üzere, Almanya ve Avusturya’nın Yahudi nüfusu olan tüm yerleşim alanlarında, bir sonraki günün öğle saatlerine kadar sürecek olan çok yönlü pogromlar yaşanmıştı... (pogrom sözcüğü, Rusçadan alınmış olup somut olarak yakmak/yıkmak, geniş anlamda ise etnik/dinsel nedenlerle bir halk topluluğuna karşı yapılan şiddet hareketleri’dir – bknz. 5-6 Eylül olayları!) Öncelikle Çarlık Rusyasında yerel Yahudi halkına sıkça progromlar uygulandığından, bu tanımın Yidiş dilindeki "pagram" (פאָגראָם)’dan batı dillerine geçtiği sanılmaktadır...

Bu türdeki eylemlerin daha çok sınırlı bölgelerde görülmüş olmasına karşın, Nazi kuvvetlerinin körüklemesiyle “3. Reich”ın tüm kent, köy ve kasaba halklarının katıldığı ve bini aşkın sinagogun yakıldığı, yedi bin Yahudi iş yerinin yıkılıp yağmalandığı, yüze yakın Yahudi vatandaşın öldürülüp onbinlercesi tutuklanarak kamplara sürüldüğü bu güdümlü vahşete, nedense Kristallnacht (“Kristal Gecesi”) adı verilecekti!..

Yahudi Soykırımı’nın bir çeşit başlangıç noktası sayılabilen o gecenin bu talihsiz tanımının, Nazi sapkınlığının bir terimi olduğu her aklı selim araştırmacının bilincindeyse de, Kristallnacht adı onyıllar boyunca kullanılmıştır ve özellikle Alman diline uzak olan “amatör” Holokost ilgilileri tarafınca halen kullanılmaktadır. Almanya’nın ulusal sözlüğü olan Duden bu terimi bir “Nazi jargonu” sayıyor ve 9 Kasım tarihi günümüzde Novemberpogrom veya Pogromnacht olarak anılmakta olup, bu tanımlar artık yerleşmek üzeredir... Hiç kuşku yoktur ki, o gece boyunca binlerce sinagog avizesi barbarca indirilip parçalanmıştır – ancak aynı zamanda girişilmiş olan kıyımların, cinayetlerin ve toplu tutuklamaların, dahası 10 Kasım gününde yaşlı Yahudilerin silah zoruyla çömeltilerek sokakların yıkatılmasının “kristal” ile ilgisini hep sorgulamışımdır! Keza, Kristallnacht sözcüğünün Nazilerin bu vahşeti gizlemek için bizzat kendileri tarafından uydurulduğu, günümüzde kabul görmüş gibidir... (örn. Ben Barkow’un 2/5/2019 tarihli yazısı https://www.haaretz.com/world-news/.premium-how-kristallnacht-became-just-another-meme-1.6619806 ). İsrailli tarihçi Avraham Barkai’in 1988’de yayımlanan “Kader Yılı 1938” başlıklı makalesinde, aynı eleştiri şu çarpıcı biçemde dile getiriliyor: “ ‘Kristallnacht’! Bir bayramdaki gibi parıldama, ışıldama!! Bu küçümsetici ve kötü niyetli tanımın en azından tarih kitaplarından artık kalkmasının vakti gelmiş, geçmiştir...” (kaynak: www.juedische-allgemeine.de/kultur/von-der-kristallnacht-zum-novemberpogrom/ ).

( Daha 1993 yılında yayımlanmış olan bu kitapta 9 Kasım 1938 tarihi “Novemberpogrom” olarak adlandırılıyor... )

Peki, bu dev pogroma nasıl gelinmişti? Bu dar çerçevemizde tarihi olaylara girmemize olanak yoktur elbet – ve zaten “bir tuş ile” tüm gelişmeler ekranlarımıza gelebiliyor artık! Burada tek iletmek istediğim, 1933’den tetiği çekilen Nazi antisemitzm karabasınını neredeyse gün be gün anlatan bir kitabı önermektir – daha doğrusu, bir günlüğü... 1881’de Almanya’nın küçük bir kasabasında, bir hahamın dokuzuncu çocuğu olarak dünyaya gelmiş olan romen dilleri profesörü Victor Klemperer, Hıristiyan eşi sayesinde toplama kampına sürülmekten kurtuluyorsa da, “1000 yıllık Reich” (!) olarak da adı geçen “3. Reich”ın 12 yıllık dönemi boyunca yaşamış olduğu tüm bedensel ve ruhsal aşağılanmalarını tek tek günlüğüne kaydeder. Alt başlığı “Sonuna kadar tanıklık etmek istiyorum” olan, Almanca aslı sekiz, İngilizce çevirisi iki kalın cilt oluşturan bu kayıtları okudukça, ürpermemek mümkün değil! Klemperer’in günlüğü tabii ki öncelikle eşiyle kendisinin çektiklerini naklediyorsa da, Alman olma bilincinin sözde doruğu ile tabana çöküşünü gözlerimizin önüne seriyor – ve ona koşut olarak, ülkedeki Yahudiliğin nasıl da planlı olarak yok edildiğini de... Örneğin, 25/04/1933’de düştüğü bir notunda Klemperer, üniversitelerin cephelerine asılmış pankartlardaki şu sözleri aktarıyor: “Yahudi Almanca olarak yazıyorsa, yazdıkları muhakkak birer yalandır – dolayısıyla sadece İbranice olarak yazmasına izin verilmiştir!” 17/08/1937’de 40 yıl öncesinden anımsadığı şu söylem ise, o dönemde fiilen açığa çıkmamış olan Almanya’daki Yahudi düşmanlığının ilginç bir kökeninin örtüsünü kaldırıyor: “Lisedeki sınıfımızda toplam sekiz kişinin üçü Yahudiydi... Yom Kipur’da okula gitmemiştik – ve matematik dersinde öğretmenimizin –aslında hiç bir kötü niyet içermeden– diğer beş arkadaşımıza ‘Eh, bugün biz bizeyiz!’ şeklinde yöneldiğini öğrendim... İşte bugün düşünüyorum, acaba NSDAP (Nazi Partisi) Almanların şuur altındaki gerçek duygularına mı tercüman oluyor?!?” 29/01/1945’de düştüğü kayıtta ise, Nobel ödüllü Alman yazar Thomas Mann’ın sürgündeki bir konferansında, “Auschwitz’de öldürülen Yahudi sayısının 1.5 milyon olduğu, kampı ele geçirmiş olan Rus askerlerinin ele geçirdikleri ‘Alman usulü’ kayıtlardan görülmüştür” dediğini aktarıyor... (günümüzün Holokost inkârcılarına saygıyla!..)

Prof. Victor Klemperer’in bu kapkara 12 yıl boyunca yaşadıkları önemli mi? Tabii ki, öyle – en başta kendisi için! Ancak daha önemli olanı, bunları tek tek bütün çıplaklığı ile aktarmış ve yorumlamış olmasıdır... Dresden’in 13-14 Şubat 1945 gecesinde İngiliz uçaklarının bombalarıyla neredeyse yerle bir edildiğini de bizzat orada yaşamış olan Klemperer, üniversite yaşamını daha sonra Doğu Almanya’nın Leipzig kentinde sürdürür, Türkçe’ye de kazandırılmış olan “Nasyonal Sosyalizmin Dili” (İletişim Yayınları) başlıklı incelemesiyle 1950/60’larda büyük ilgi uyandırır. 1995 yılında yayımlanıp dünya çapında “çok satar” listelerine giren anılarıyla, Anne Frank kadar içten değilse de, döneminin belki de en gerçek portresini çizmesini bilmiştir. Türkçe’ye ne yazık ki (henüz?) çevrilmemiş olan bu dev yapıtı diğer dünya dillerinde okuyabilenlere içtenlikle önermek isterim...

+++++++

“Holokost” demişken, son bir yıl içerisinde nice Holokost Anma Etkinliği ve Konseri düzenleniyor İstanbul’da... Bu projeler, hele daha çok bizim toplum dışındakilere hitap edecekse, çok yararlı olsa gerek – Uluslararası Dünya Holokost Anma Günü veya Yom haShoah’nın dışında yapılsalar da!.. Tabii ki, değerli araştırmacı Rıfat Bali’nin http://www.agos.com.tr/tr/yazi/22059/turkiyede-holokost-tuketimi-mi kitabında –belki de birazcık abartarak!– resmettiği gibi, Holokost gerçekten “tüketil”miyorsa”!! İlginçtir ki Türk Musevi Toplumu’nun bazı yetkilileri, apaçık biçimde Holokost’u “kullanma”nın da yararlı olduğunu belirtiyorlar son zamanlarda (!). Bu türden bir söylemin biçemi tartışılabilir elbet – ancak kimi etkinliklerden önce çeşit çeşit “nefis” yemeklerin sunulduğu (zengin, belki de içkili?) kokteyllerin, bu satırların yazarına ters geldiğini buradan belirtmek gerekir...

Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page