Her sabah okunan Birkot Aşahar olarak adlandırılan sabah dualarının en başında “kutsalsın sen Tanrı’mız körlerin görmesini sağlayan “ diyoruz. Uyanır uyanmaz aklımıza gelen ilk teşekkür sözü gerçekten bu mudur? İnsanın görebildiğini fark etmesi için kör olması mı gerekir? Farkında olabilmesi için farklı mı olması gerekir?
Hayatın ilerleyişinde insanı “körleştiren “ en büyük risk alışkanlıktır. Her gün aynı yoldan yürümemize rağmen, önünden geçtiğimiz binalardaki detayları ne kadar görüyoruz? Senelerdir yaşadığımız şehirde en son ne zaman turist gibi dolaştık? Her sene kutladığımız bayramlar için farklı açıklamalar okumaya çalışıyor muyuz? Farkındalık fark etmekle başlar. Baktığımız her şeyde farklı bir şey görebilmek, biliyorum dediğimiz şeylerde bile yeniden hevesle bir şeyler öğrenmek, soru sormaktan vazgeçmemek, başımıza gelen her şeyi tesadüfen yaşamamak ve sorgulamak, kısacası körlerin içinde görebilmek…
Görebilmek zordur çünkü bilgi edinmek gerekir. Karanlığın içinde her şey birbirine benzer, oysa ışık girmeye başladıkça şekilleri görmeye başlarız. Kare yuvarlak derken masa, dolap, top oluverir isimleri. Siyah yerini renklere bırakır ışığın varlığı yeşili kırmızıyı maviyi ortaya çıkarır. İç dünyamıza ışık tutmaya başlayınca da hareketlerimiz farklı isimler almaya başlar. Hırs, öfke, kıskançlık bazen de mutluluk, gurur ya da özlem demeye başlarız. Seçimler yaparız mavi bluz kahverengi elbise arasında. Gurur yapmayı bırakıp ihtiyacı olana verebilmeyi seçebilmek daha zordur, hele ki o kişi daha önce canımızı acıttıysa, haksızlık yaptıysa. Affetmeyi öğretir görebilmek çünkü bu kendimize yapacağımız en iyiliği görmektir.
Körlerin içinde görebilmek zordur. Gören insan farklıdır, farklı olmak bir ayrıcalıktır. Herkes gibi olmayı bırakabilmek cesaret ister, bazen kocaman bir yalnızlıktır, kalabalıkların içinde sesini çıkarmak için bağırmak ama kimsenin seni duymamasıdır. Alışkanlık haline gelen yanlışları fark etmek bazen vicdan azabıdır. Nasıl şimdiye kadar görmedim diye kendine kızmaktır. Görmeye başlayınca etrafta koşuşturmaya başlar insan, Teşuva - Tanrı'yı görmeye başlamak da böyledir. Bir kere O’ nun ışığını gördüğünde her yerde O’ nu arar her şeyde O’ nu bulmak ister…
Körlerin içinde görebilmek için bir hikâye ile devam edelim :
Dere tepe, dağ taş dolaşmayı çok seven tek gözlü bir adam varmış. Yürür yürür gider, gider gider yürümüş. Bir gün uzaklarda renkleri karmakarışık bir köy görmüş; alacalı bulacalı garip bir köy. Yaklaşmış köye doğru. Yolları bir tuhaf, evleri bir tuhaf, insanları bir tuhafmış köyün.
Köyün içine girince anlamış meseleyi. Körler köyüymüş burası. Kadınların, erkeklerin, çocukların, herkesin sımsıkı kapalıymış gözleri. Gezgin tek gözlü adam karar vermiş burada yaşamaya. "hiç değilse benim tek gözüm var" diyormuş. "körler ülkesinde şaşılar kral olur derler. Ben de bunların başına geçer yaşarım" Körlerin gözleri yokmuş ama elleri, kulakları, burunları çok hassasım. Kendilerine göre kurdukları bir düzen içinde yuvarlanıp gidiyorlarmış. Adam şaşkın hallerine bakıyormuş onların. Yürümeleri, konuşmaları doğrusu başka türlüymüş. Bir gün körlerden biri ötekilerden birinin malını çalmış. Sadece tek gözlü adam görmüş bunu. Bağırarak ilan etmiş "filanca falancanın malını çaldııı !.." Körler nerden biliyorsun ki demişler, o kadar uzaktan duyamazsın ki?
Ben duymadım, gördüm demiş adam. Gözüm var benim, görüyorum… Körler göz diye görmek diye bir şey bilmiyorlarmış. Uzun zaman içinde çoktan unutmuşlar bu hissi. Ne demek görmek, demişler. Nasıl görüyorsun yani, duyulmayacak mesafeden anlayabiliyor musun ne olup bittiğini? Anlıyorum tabi demiş adam. İnanmayız, imtihan edeceğiz seni demişler.
Adamı almış uzakta bir yere dikmişler. Tecrübeleriyle eminlermiş ki o uzaklıktan hiçbir şey duyulamaz. Anlat bakalım demişler, biz şimdi ne yapıyoruz?
Adam anlatmış: oturuyorsunuz, kalkıyorsunuz, koşuyorsunuz, yemek yiyorsunuz, şu şunu yaptı, bu bunu yaptı falan… Derken körler bir evin içine girmişler, bağırmışlar; "Hadi anlatsana!... "İçeri girdiniz, göremiyorum ki demiş adam. “Ne olmuş yani içeri girdiysek, elli santim fark var, anlat hadi!..” anlat demişler. “Arada duvar var ama demiş adam, göremiyorum...” Körler, “sen atıyorsun” demişler. “Deminki tesadüftür, bak şimdi bilemiyorsun…” “ Çıkın dışarı şöyleyim” demiş adam. “Bu kadar mesafeden duyduktan sonra ha içerisi ha dışarısı” demiş körler. "Ama ben duymuyorum, ben görüyorum " diyormuş adam. “Öyle şey olmaz” demişler. “Sende bir sorun var. Saçmalıyorsun, acayip şeyler söylüyorsun. Hekime muayene ettireceğiz seni.”
Adamı yaka paça hekime getirmişler. Hekim de kör tabi. Elleriyle yoklamaya başlamış. Adamın açık olan gözünü kastederek "Buldum" demiş, “sorun burada!... Saçmalaması bundan dolayı!..” diyormuş, “şimdi düzeltirim ben onu...”
Körler ülkesinde kral olmak isteyen gezgin zor kurtarmış kendini onların elinden.
KÖRLER GÖRENLERİ ANLAYAMAZLAR. SAÇMALIYOR SANIRLAR VE ONU DA DÜZELTİP KENDİLERİNE BENZETMEK İÇİN GÖZLERİNİ ÇIKARMAYA UĞRAŞIRLAR.
Körlerin içinde görebildiğimiz her gün için Tanrı'ya teşekkür edebilmek dileğiyle…
Baruh Ata Aşem pokeah ivrim…