İLANİT KONSERİ ve ZEDEKİAH MAĞARASI…
- TÜRKİYELİLER BİRLİĞİ התאחדות יוצאי תורכיה
- 19 Mar 2019
- 5 dakikada okunur

Merhaba sevgili okuyucularım. 15 gün daha kuş gibi uçtu gitti. Yine masamın başına geçip sizler için bazı güzel paylaşımlar yapmak dileğindeyim.
Geçtiğimiz 7 Mart gecesi eşimle birlikte, ünlü İsrael’li sanatçı İlanit’in konserine gittik. Tel Aviv’de gerçekleşen bu konserde, yine yeniden gençliğimin güzel yaşlarına ışınlandım. 1970 yılında İlan- İlanit adıyla çok güzel şarkılar söyleyen, genç ve evli olan şarkıcılar, o yıllarda en çok sevilen ikili gruplardan biriydi. En önemli şarkıları ise o yıl söyledikleri “Be Şana ha Baa” adlı şarkılarıydı. Bu 45’lik plak, 1971 yılında ilk defa gittiğim İsrael’de, o dönem en çok dinlenen şarkıydı. Ben de İstanbul’a döndükten sonra bu şarkıyı günde en az yirmi kere dinlerdim. İlan ve İlanit’in diğer çok sevilen şarkılarını, Türk sanatçı “Şenay” söylemiş ve ülke çapında ünlü olmuştu. Şenay’ın Türkçe seslendirdiği “Sev Kardeşim” ve “Hayat Bayram Olsa “ adlı şarkıları İlanit’in en sevilen şarkılarındandı. Daha sonraki yıllarda ise Yasemin Kumral, yine İlanit’in şarkısı olan “Bim Bam Bom” adlı şarkısını Türkçe seslendirmişti.
İlanit, bir zaman sonra genç çift boşanmış ve sanat hayatlarını da ayrı ayrı sürdürmeye başlamışlardı. Beline kadar uzun, dümdüz altın rengi saçları, incecik bedeni, güzel yüzü ve harika sesiyle hızla ününe ün katmaya devam etmişti. İsrael, 1973 yılında ilk defa katıldığı Eurovision Şarkı Yarışması’nda, ülkeyi İlanit “Ey Şam” adlı şarkısıyla temsil etmişti. 1973 yılında 2. kez gittiğim İsrael’de o sene İlanit fırtınası vardı. Tabiidir ki ben de bu sefer onun 33’lük long play’ini satın almıştım. İlanit 1977 yılındaki Eurovision Şarkı Yarışması’na ikinci kez katıldığında bu sefer “Ahava Hi Şir Lişnayim” şarkısıyla yarışmıştı. O sene ben karnımda ilk bebeğim Soni’yi taşıyordum. Onu İstanbul da, evimizde heyecanla izlediğimi hatırlıyorum.
İlanit’in esas adı Hanna Drezner-Tzakh. İlanit onun sahne adı. 1947 yılında Tel-Aviv’de dünyaya gelmiş. Bu 72 yaşındaki, son derce zarif ve hoş kadın, sahnede iki saat boyunca müthiş bir performans sergiledi. Tabii ki eskisi kadar güzel değil, saçlar açık sarı ve boynunun biraz altına iniyor. Yılların izlerini kendine dert edinmemiş, doğal bir hali var. Duruşu ve giyimiyle soylu ve hoş bir görüntüsü var. Siyah dar pantolonu, pembe-bej renkli, ince triko bluzu ve alçak topuklu klasik siyah ayakkabıları ile sade, klas ve mütevazı bir biçimde sahne almıştı.
Sesi, ilerleyen yaşı icabı biraz değişmişti ama yine de şahaneydi. Şarkı aralarında eskilerden, eski eşi İlan’dan, Eurovision anılarından, torunlarından bahsetti. 5 torunu olduğunu, en küçükleri olan 4 yaşındaki şirin ve çok güzel dans eden kız torunundan söz ederken, sesinin tınıları sevgi ve keyif doluydu. Salon ona ezelden beri hayran olan seyircilerle doluydu. Seyircilerin yaş ortalaması orta yaş ve daha üzerindeydi. Herkes bir ağızdan şarkılarına eşlik ediyordu. Sanatçı defalarca bis yaptı ve alkışlar arasında konserine son verdi. Bu değerli sanatçı 2 saat boyunca sahnede giderek devleşti. Konser çıkışında ilk gençliğimden itibaren hayran olduğum ve şarkılarını söylediğim bu sanatçıyı, yakından dinleyebilmenin mutluluğunu yaşıyordum.
Geçtiğimiz 12 Mart günü, eşimin mensubu olduğu bir derneğin, Yeruşalayim gezisine katıldık. Dernek üyelerinin eşleriyle katıldıkları bu gezinin ilk durağı “Tzidikyahu” Zedekia Mağarası’ydı. Bu mağaranın diğer bir ismi de “Kral Şlomo’nun Taş Ocakları” dır. Bu mağaradan kazılarak elde edilen kireçtaşından işlenerek, elde edilen taşlar, 1. Bet ha Mikdaş’ın (1. Kutsal Mabet) inşaatında kullanıldı. Daha sonra Babil Ordusu tarafından yıkılan Mabet, Babil sürgününden sonra yeniden inşa edildi. 2. Bet ha Mikdaş’ın taşları da bu ocaktan alınmış ve yeni inşaatta kullanılmıştır. Bu Mabet de M.S 70 yılında Roma’lılar tarafından ikinci bir defa yok edildikten sonra, Mabet’ten geriye, sadece Kotel ha Maaravi (Batı Duvarı=Ağlama Duvarı) kalmıştır. Bu gün o duvarı oluşturan taşlar, işte bu mağaradan elde edilen taşlardır.
Mağara Yeruşalayim’in doğusunda eski şehrin surlarının, Şam Kapısı Damascus Gate) ve Herod Kapısı’nın (Herod Gate) tam karşı sırasında yer alıyor.
Mağaranın girişinde o güne özel olarak oraya getirtilmiş, bir Arp sanatçısı, arpıyla eski İbrani müzikleri çalıyordu. Genç sanatçı kız, üzerindeki eski İbrani tarzı dikilmiş uzun beyaz elbisesi ve alnına bağladığı beyaz bant ile çok sofistike bir görünüm sergiliyordu. Mağaranın içi sarı ve yumuşak ışıklarla aydınlatılmış. Ziyaretçilerin rahat yürüyebilmeleri için, tahtadan, alçak ve yayvan basamaklı, ferforferje korkuluklu bir yol yapılmış. Mağaranın sonunda geniş bir oditoryum alanı var. Burada, zaman zaman kültür faaliyetleri düzenlenmekte... Mağara” İsrael Kültür Bakanlığı”’nın nezaretinde, haftanın bazı günleri halkın ve turistlerin ziyaretine açık.
Bu mağara binlerce yıl önce taş ocağı olarak kazıldı. Derinliği 9.1 metre, genişliği 200 metre, yüksekliği yer yer 4-15 metre. Mağara yer yer yükselip alçalıyor. Mağarada ilerlerken, içindeki nemden ötürü zaman zaman tavandan başınıza minik su damlaları düşüyor. Bu damlalara “Tzidikyahu’nun Gözyaşları” deniyor. Yüzyıllar boyunca burada Yahudilerden sonra hüküm süren ve yaşayan bütün topluluklar, mağaranın duvarlarına, kömür parçalarıyla, Arapça, Ermenice, Yunanca ve İngilizce duvar yazıları yazmışlar. Eski dönemlerde, bu mağaranın yan taraflarından eski şehrin içine, Mabet alanına ve Kral Herod’un aynı taşlardan imal edilen sarayına giden gizli geçit varmış. Ayrıca Yeruşalayim Şehri’nin en son çıkış noktasına giden bir geçit de mevcutmuş.
M.Ö 957 yılında yapılan 1. Mabet, M.Ö 586 yılında Babil kralı Nabukadnezar tarafından yakılıp yıkılmıştır. 70 yıl süren Babil Sürgünü dönüşünde, M.Ö 19 yılında yeniden inşa edilirken, yine aynı mağaranın taşlarından yararlanılmış. Daha sonraları, Roma kontrolü altında hüküm süren, babası Romalı, annesi Yahudi olan Kral Herod, Mabed’e eklediği yeni bölümleri, kendi sarayını ve bazı asillerin saraylarını yaptırırken yine bu mağaranın taş ocağını kullandırmış. Herod’un bu projesine “Herod Agrippa 1” adı verilmiştir.
.
M.Ö 6.yüzyılda hüküm süren zalim Yeuda Kralı Tzidikyahu (Zedekia), peygamber Yirmiyahu’ya (Yeremya) çok acı çektirmiş ve ölümüne neden olmuştur. Hükümdarlığı sırasında Babil orduları, Kral Nabukadnezar’ın emriyle şehri kuşattığı zaman, Tzidikyahu korkarak bu mağarada gizlenmişti. Babil ordusu onun yerini tespit ettiği zaman, koşarak şehrin çıkışına giden gizli geçide girmiş, kaçmaya çalışırken, askerler tam çıkışta onu yakalayıp gözlerini kör etmişlerdi. Kısa bir sonra da şehir ve Mabet yıkılıp yakılmış, viran hale getirilmişti. Asiller, varlıklılar ve ruhani sınıf, Babil’e sürgüne götürülmüşlerdi. Mağaraya bu nedenle “Tzidikyahu Mağarası” adı verilmişti.
M.S 1540 yılında Osmanlı İmparatoru Kanuni Sultan Süleyman, babası Yavuz Sultan Selim döneminde fethedilen Yeruşalayim (Kudüs) şehrini yeniden imar etmeye karar verince, eski şehrin çevresine yine aynı mağaradan elde edilen kireç taşlarından inşa ettirdiği şehir surlarını ve nöbet kulesini (Migdal David) yaptırmıştı. Günümüze kadar ayakta kalan bu surlar, hala sapasağlam bir durumdadır.
Geçen yüzyıllar içinde, aşırı kazılmaktan ötürü, bu mağara göçük altında kalmış ve ağzı tıkanmıştır. 1800lerin sonunda bir Amerikan misyoneri olan Barclay James Turner mağaranın önünden geçerken orayı tesadüfen keşfetmiş ve ilgililere haber vererek mağaranın ağzını açtırmış, taş ocağını yeniden gün ışığına çıkarmıştır. 1907 yılında şehir surlarının Yafa Kapısının (Jaffa Gate) karşısında, 2. Abdülhamit tarafından inşa edilen “Saat Kulesi” yine bu mağaradan çıkartılan taşlar ile inşa edilmiştir.
Nihayet 1967 yılı, 6 Gün Savaşı’ndan sonra Yeruşalayim yeniden birleşti. “Doğu Yeruşalayim’i Güzelleştirme Projesi” dahilinde bu mağara temizlenmiş, tanzim edilmiş ve ışıklandırmak suretiyle bütün yerli ve yabancı ziyaretçilerin hizmetine açılmıştır.
1969 yılında İsrael’li arkeolog Dan Avidan, mağarada yapılan kazılarda Kral Şlomo dönemine ait, Mabet’te kullanılan Keruv (melek) heykellerinin çizimlerini mağarada niş olarak kazınmış bir biçimde bulunca, o dönemlerin gerçekliği, bir kere daha kanıtlarla ispatlanmıştır. O kazılarda ayrıca demir çağına ait inşaat gereçleri de gün ışığına çıkartılmıştır.
Mağaranın bu çok etkileyici atmosferini geride bıraktıktan sonra, gezinin ikinci durağı olan İslam Eserleri Müzesini ziyaret ettik. Bu müzenin içeriğini anlatmak başka bir yazının konusu olabilir. Yüzyıllar boyunca bu ülkede hüküm süren İslam varlığının (Selahattin Eyyubi, Memluk, Halife Ömer dönemi, Osmanlı İmparatorluğu) yarattığı eserlerin toplandığı bu müze, benim gibi bir tarih meraklısı için, saatlerce gezilse bitmeyecek kadar değerli objelere sahip.
Günün son durağı, şehrin Arap mahallesinin içindeki St. George Oteli idi. Burada hep birlikte yenilen akşam yemeğinden ve hoş sohbetlerden sonra, otobüslerimize binerek gecenin çok geç bir saatinde Tel Aviv’e geri döndük.
Yarından itibaren Purim Bayramı başlıyor. Diliyorum ki Tanrı, ülkemize ve tüm dünyaya sevgi ve barış tohumlarını serpsin. Hepimizin Purim Bayramı, mutlu ve huzur dolu geçsin.
HAG PURİM SAMEAHJ)
Not: Aşağıda İlanit’in dünkü ve bugünkü resimlerini görebilir ve linki tıklayarak “Kvar Aharey Havzot” adlı şarkısını dinleyebilirsiniz.

Comentários