Nasıl bir nefret bu?
- TÜRKİYELİLER BİRLİĞİ התאחדות יוצאי תורכיה
- 13 Mar 2019
- 2 dakikada okunur

Bu hafta ne yazık ki yazımın konusu “Nefret” olacak. Niye diye soracak olursanız şöyle açıklayayım: Şalom gazetemizin köşe yazarlarından Mois Gabay’ın yazılarını hiç kaçırmadan okumaya çalışırım. Çünkü yazıları samimidir, dürüsttür, cesurdur, hayatın içindendir, genelde de çok kibar bir üslupla eleştireldir.
Katılanlarınız anımsayacaktır, geçtiğimiz Ocak ayında Türkiyeliler Birliğine konuk ettiğimiz Mois Gabay, günümüz Türkiye Yahudileri ve geçmişleri konulu yaptığı konuşma ile beğenimizi ve sevgimizi kazanmıştı.
Aynı zamanda rehber olan Mois, her ay düzenli olarak Galata’da Yahudi Mirası turları düzenler. 6 Mart tarihli yazısının başında, yerli misafirlerden oluşan bir grupla bu tur kapsamı içinde 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesini ziyaret ettiklerini, din adamlarımızdan birinin öğrencileri ile birlikte müzeyi gezerken, diğer bir din adamımızın Neve Şalom Sinagogunda anlatım yaptığını, kısaca mekânların her yaştan insanla canlı ve hareketli olduğunu anlatıyor. Ne mutlu değil mi? Buraya kadar her şey hoş güzel…
Bu olumlu ve coşkulu ortam, iyimser hava bir anda sönüvermiş. Neden mi? O günlerde müzede Yusuf Tolga Ünker’in siyah-beyaz Holokost fotoğraflarını renklendirerek hazırladığı “Holokost ile Yüzyüze” adlı bir serginin yer aldığını belirteyim ve Mois Gabay’ın yazısından bir alıntı ile bu soruya yanıt getireyim.

“O ana kadar her şey olması gerektiği gibiydi. Ta ki Rav Alaluf’u haklı olarak sinirlenmiş bir şekilde üst katta tekrardan görene dek… Anlattıkları karşısında koşarak aşağı inip, Holokost Sergisi Hatıra Defterini yukarı çıkardım. Defterin başındaki yorumlardan sonra iki sayfa ardı ardına antisemit yazıları görünce bazı insanların hiç bitmeyen nefretini düşündüm. Holokost’un hatırası karşısında o yazıları kaleme alanların bu dünyadaki herhangi bir şeye sevgi duyabileceklerini düşünebiliyor musunuz?”

Ben bu okuduklarımdan öylesine etkilendim, öylesine burukluk hissettim ki sizlerle paylaşamadan edemedim. Geniş toplumdan insanlar Yahudilerin müzesine geliyor. Ne amaçla olabilir? Yüzyıllardır yan yana yaşadıkları Yahudileri tanımak, ibadethanelerini, müzelerini gezip bu topraklardaki tarihlerini öğrenmek, günümüzde Türkiye’deki sayıları birkaç bini geçmeyen bu din mensuplarının Avrupa’da 20. yüzyılda uğradıkları soykırım ile ilgili bilgi edinmek, geleneklerimizin, benzerliklerimizin ayırdına vararak özdeşleşmek değil midir amaç?
Oysa serginin yaratıcısı Yusuf Tolga Ünker projeye başlarken bu acı olayın asla bir daha tekrarlanmaması gerektiği düşüncesinden yola çıktığını belirtmiş ve şu ifadeyi kullanmıştı: “Hedefim, Holokost’u bilen bilmeyen herkesin bu büyük acıları yaşamış olan insanlara, yaşadıklarına yakınlık göstermelerini sağlamanın yanı sıra özellikle yeni nesillerin geçmişteki olaylara karşı bilinç ve duyarlılık oluşturmalarını sağlamaktı… Amacım bakılmak şöyle dursun görülmek istenmeyeni insanlara sunmak ve seyirciyi baktığı güvenli alandan çıkararak dehşetin içine çekip rahatsız etmek.”
Ama bazıları için öyle olmamış besbelli. Büyük olasılıkla hayatlarında hiç Yahudi görmemiş, konuşmamış, yanlış bilgi ve önyargılarla beyinleri okunmuş, kin, nefret ve ayrımcılık tohumları ile beslenmiş kişiler müzeye farklı planlarla gelmişler. Konuk edildikleri, saygı ile ağırlandıkları mekânda nefretlerini kusmakmış o kişilerin ziyaretinin amacı. Antisemitizmin o çirkin yüzü ile karşılaşıldı 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesinde ne yazık ki… Holokost sergisinin anı defterine yazma cüretinde bulundukları düşmanca, Yahudi karşıtı yorumlar hangi çarpık zihniyetin ürünüydü acaba? Ne acıdır ki, bu antisemit girişimleri son zamanlarda birileri destekliyor olmalı Türkiye’mizde…
Güzel İstanbul’umuzda yaşanmış bu olumsuz deneyimi genelleştirmemek gerektiğinin tabii ki bilincindeyim. Ama her şeye rağmen kendimizi tanıtma çabalarının, bu yönde düzenlenen etkinliklerin ne denli yararlı olduğu konusunda zaman zaman şüpheye düşmüyor değilim.
Sevgiyle kalın…
Comments