Miladi yeni yılın ilk yazısı ile yeniden birlikteyiz. İyisiyle kötüsüyle bir yılı daha geride bıraktık. Geride bıraktığımız kocaman yılın son cuma günü bir yıldız kaydı göklerden. Haber ajansları bu yıldızın, İsrail çağdaş edebiyatının en önde gelen yazarı Amos Oz’un yaşama veda ettiğini duyurdu. Rabin ve Peres’in ölüm haberi sonrasında hissettiğim üzüntü ve burukluğa benzer duygular yaşadım birçoğumuz gibi. Belki de barışın öncülüğünü yapan, barışı gerçekten soluyan son Siyonist solculardan biri olduğu içindir…
Ben bu yazımda Amos Oz’u sizlere anlatacak değilim tabii ki… Dünyanın 40 farklı lisanına çevrilen kitaplarını okuduk, çok önemli uluslararası ödüllerle ödüllendirildiğini, Nobel edebiyat ödülüne birkaç kez aday gösterildiğini, Şalom Ahşav (Şimdi Barış)hareketinin kurucularından olduğunu hepimiz biliyoruz.
Amos Oz’un bendeki yeri, eserlerinin hayranı bir okur olmanın çok ötesinde sevgili okurlar. Çünkü ben onunla karşılıklı, yüz yüze, göz göze konuşmak, söyleşmek onuruna sahip olmanın mutluluğunu yaşadım. Yıl 1998’di… “İsrail Edebiyatının Barışa Katkısı” konulu bir konferans vermek üzere Türkiye’ye gelmişti Amos Oz. Şalom gazetesinin bir temsilcisi olarak onunla röportaj yapmak üzere görevlendirildim. Hilton’un Vista salonunda ünlü yazarla 35 dakika kadar söyleştik. Şalom’a bu görüşmeyi sağlayan dönemin İsrael Kültür Ataşesi Zali de Toledo da bize eşlik etti. Amos Oz öylesine yalın, dolaysız, lafı evirip çevirmeden konuşuyordu ki birlikte
olduğumuz bu 35 dakikalık sürede birçok soruma yanıt alabildim, alçakgönüllülüğünden, büyüleyici kişiliğinden müthiş etkilendim.
O günden bu güne tam 20 yıl geçmiş aradan. Gazetede yayınlanan söyleşiyi sararmış gazete sayfasından yeniden okuduğumda, Amos Oz’un söylemlerinin günümüz için halen ne denli geçerli olduğunun farkına vardım. Bu söyleşiden bazı bölümleri kısaca sizlerle paylaşıyorum…
1967 Altı Gün Savaşı ve 1973 Kipur Savaşına katıldınız. İki ay önce de Lübnan’da yeğeninizi kaybettiniz. İnsanların acılarına yakından tanık olmanızın barışçı kişiliğiniz üzerinde bir etkisi oldu mu? soruma Amos Oz bakın nasıl yanıt vermiş.
“Savaşları yakından yaşadım. Bu savaşlarda birçok akrabamı, dostumu, arkadaşlarımı yitirdim. Ancak savaşlar beni ‘Make love, not war’ düşüncesini savunan basit bir pasifiste dönüştürmedi. Ben Jane Fonda değilim. Arafat da benim için bir Ho Şi Minh değil. Barışın gerçekleşmesi yolunda gösterdiğim çabalara karşın, 1967 veya 1973 yıllarındaki gibi durumlar bir daha söz konusu olursa, yeniden savaşmaya hazırım. Ancak İsrail’in başkentinin iki odası daha olsun diye savaşmayacağım, hiçbir zaman… Kutsal yerler için de savaşmayacağım… Ulusal çıkarlar dediğimiz kavram için de savaşmayacağım… Ölüm kalım durumu veya özgürlüğümün kısıtlanması söz konusu olursa her an savaşmaya hazırım. Bu çizgi bence batının fazlasıyla duygusal, barışçı, pasifist çizgisinden oldukça farklı… Ben Filistin yanlısı değilim. Ben İsrail yanlısıyım. İsrail ile Filistinliler arasındaki anlaşmazlıkta trajik bir durum gözlemliyorum. Trajik çünkü iki farklı dava çatışıyor. Hak karşısında hak… Bizim başka bir yurdumuz yok, Filistinlilerin de öyle. Kanımca bu trajediyi anlaşma yoluyla çözümlemek gerekir.”
Amos Oz’un o gün konuştuklarının tümünü bu köşe yazımda aktarmam ne yazık ki mümkün değil. Ama şu sorunun yanıtının herkesi ilgilendireceği düşüncesi ile aktarmayı doğru buldum.
İsrail Yahudi’si ile Diaspora Yahudi’sini ileride bağlayacak ortak noktalar ne olacaktır?
“İsrail’in ileride dünya Yahudiliğinin kredi kaynağı olacağını umuyorum. Bence dünya Yahudilerini birleştirecek tek unsur İbranicedir. Din birleştirici bir unsur olamaz, çünkü hepimiz dindar değiliz. Yahudilik bir kültürdür, din de bu kültürün bir parçasıdır. Gelecekte Yahudiler arasındaki ilişkinin anahtarı İbranice lisanı olacaktır. Ortak bir lisanımız olursa, ortak bir geleceğimiz de olacaktır. Böylece, İsrail ile Diaspora Yahudi’si ve geçmiş ile gelecek nesiller ilişkimizi koruyup güçlendirebileceğiz.”
Amos Oz’un Türkiye’yi ziyaret ettiği o yıllarda (Ünlü yazar Türkiye’yi 2008 yılında da ziyaret etmiş, Şalom’dan Aylin Varon ile söyleşmişti) Türkiye-İsrael ilişkileri bu günlerin aksine, giderek gelişiyor, halklar yakınlaşıyor, iki ülke arasındaki turizm ve ekonomik ilişkiler ivme kazanıyor, siyasi yakınlaşma sanata da yansıyordu. İki halkın kültür alışverişi yoluyla diyaloglarını pekiştirmesinden yana olan Amos Oz’un konuya ilişkin şu cümlesi ile son vermiştim söyleşime: “Birbirimizi anlamak için önce birbirimizi düşleyebilmeliyiz. Ruhlarımız tanışmalı…”
‘Barışın Savaşçısı bir yazar AMOS OZ’ başlıklı bu söyleşimi arşivimdeki sararmış gazete sayfasından okuduğumu belirtmiştim yazımın başında. O dönemde henüz internet olmadığı için bu söyleşi sanal ortamda kalıcılık sağlayamadı. Ben de sararmış gazete sayfasının fotoğrafını çekip sosyal medyada dostlarımla paylaşmayı doğru buldum. Çünkü söyledikleri önemliydi… Çünkü hepimizin takdir ettiği Amos Oz’un Şalom’a verdiği söyleşinin belgesel bir değeri vardı…
İlk günlerini yaşadığımız 2019 yılının umutlarınızın, beklentilerinizin gerçekleşeceği bir barış ve huzur yılı olmasını dilerim.
Not: Fotoğrafta Amos Oz söyleşisinin yer aldığı zamanla sararmış Şalom gazetesi sayfası görülüyor.