Göç olgusu yaşadığımız dünyanın en acı gerçeklerinden biridir, doğduğun yerden, köklerinden koparılmak, vatan bildiğin yeri terk etmeye zorlanmak… Sonrasında diline, alışkanlıklarına yabancı olduğun yeni bir dünyada sıfıra yakın bir yerden başlamak…
Doğu Avrupa ve Rusya’daki pogromlardan kaçıp Amerika’ya sığınan Yahudiler, Anadolu’daki Ermeni varlığının hemen hemen ortadan kalkmasına sebep olan şiddet, tehcir ve göç, Yunanistan ve Balkanlar’dan gelip Batı Anadolu’ya sığınan 400 bini aşkın muhacir…
Müslüman muhacirlerle aynı kaderi paylaşan ve Sovyet devrimi sonrası iç savaştan kaçıp İstanbul’a sığınan yüz binlerce Beyaz Rus, Mübadelede Anadolu’dan Yunanistan’a göç etmek zorunda kalan 1.200.000 Ortodoks Hıristiyan Rum ve Yunanistan’dan Türkiye’ye göçe zorlanan 500 bin Müslüman Türk…
Solmaz Kamuran kısa bir süre önce yayımlanan “Ceviz Ağacı” adlı romanında 20. yüzyılın başında Edirne’de umutla, özenle inşa edilen ve yetmiş beş yıl boyunca, Ermeni, Yahudi, Balkan Türkü üç farklı etnik kökenden ailenin yuvası olan bir evin hikâyesini avludaki dev ceviz ağacının tanıklığında anlatıyor.
Arto Usta, kendi elleriyle inşa ettiği ve ailesi ile on dört yıl yaşadığı evinin anahtarını zorunlu göçte, yollara düşmeden önce yakın arkadaşı terzi Beto’ya verdi ; “Her şey sana emanet. Eğer dönmezsek helal olsun güle güle otur” dedi. Trakya olaylarında Beto Usta evi yok pahasına Bulgaristan göçmeni bol çocuklu bir aileye sattı, telaştan, korkudan nerede ise ayakkabısını bile giyemeden yola koyuldu…
En sarsıcı, en etkileyici romanlar zorunlu göçler hakkında yazılanlardır.
Cuma gecesi Amos Oz’un 79 yaşında kansere yenik düşerek hayata gözlerini yumduğu haberini aldık. İsrael Devlet Başkanı Reuven Rivlin’in sözleri ile bu kayıp arkamızda “büyük bir karanlık” bıraktı.
Televizyonda İlana Dayan’ın altı yıl önce çağdaş İsrael edebiyatının en önde gelen temsilcilerinden Amos Oz ile Kibbutz Hulda’da gerçekleştirdiği söyleşisini izledim. Söyleşi yazarın 15 yaşında iken babasını terk ederek yaşamaya başladığı bu kibbutzda geçmekteydi.
Sonrasında yine TV’de yayınlanan Natalie Portman’ın senaryosunu yazıp, yönettiği ve başrolde oynadığı 2015 yapımı “A Tale of Love and Darkness” filmini seyrettim. Yazarın ilk çocukluk ve gençlik anılarının anlatıldığı, Türkçe lisanına “Aşk ve Karanlık” olarak çevrilen destansı romanda/filimde yazar yaşamı boyunca içinden silemediği annesinin intihar olayını deşer.
Oz’un annesi, günümüzde Ukrayna sınırları içinde kalan Polonya’nın Rovno kentinden İsrael’e göç etti. Oz’un göçmen olan babası ise 16 dil bilen başarısız bir yazardır ve sadece dört dil bilen, İbraniceyi de düzgün bir şekilde konuşamayan eşini küçümser. Sürekli baş ağrıları çeken, İngiliz mandası altında Yeruşalayim’de yaşanan yoksulluğa ve ülke koşullarına uyum gösteremeyen, bir parça tavuk alabilmek için saatlerce kuyruklarda beklemek zorunda kalan, ailesinin önemli bir bölümünü Holokost’ta yitiren Oz’un annesi, depresif kişiliğinin de sonucu olarak, oğlu 12 yaşında iken yaşamına son verir.
Günümüzde Afrika ülkelerinden, Suriye’den kitlesel göçler bir insanlık dramı oluşturmaya devam ediyor. Sığınmacılar sorunu politikacılara, sosyologlara ve romancılara daha uzun süre malzeme oluşturacak.
İsrael ise yıllardır kitlesel göç alan bir ülke olarak bu sahada uzmanlık kazanmış, yeni gelenlerin uyumunu kolaylaştırmak için pek çok olanak sağlayan ve çeşitli yöntemler geliştiren bir devlettir.
Ve en önemlisi İsrael’e Aliya yapan biri için göç, kelimenin tam anlamıyla yükselmek, kendi evinde yaşamayı seçmek demektir.