Geçenlerde hafta sonunu Yeruşalayim’de geçirdik... 20 yıl kadar önce İstanbul İTÜ Konservatuarı MİAM’da Türk Müziği üzerine master ve doktora çalışmalarında bulunmuş dostumuz Hadass Pal-Yarden’i eşimle birlikte çoktandır ziyaret etmek istiyorduk ve sürekli Şabat yemeği davetlerine nihayet uyabildik! Bu kez özellikle kentin doğu bölümünde, bir Arap otelinde kalmayı düşünmüştük. Birazcık araştırıp seçtiğimiz Damascus Gate’e yakın ve dolayısıyla “Old City”ye komşu olan Jerusalem Hotel’i, bu güzel konumu ile rüstik dekoru, yüksek tavanlı odaları ve uygun fiyatı açısından da herkese salık verebilirim. Bir dostumuzun “Doğuda kalmaktan korkmuyor musunuz?” sorusunu pek ciddiye almamıştık - ve bu düşüncemizde haklı olduğumuzu, Şabat sabahı sinagogdan dönerken talletlerini omuzlarından ayırmayan yahidlerin, örneğin Nablus Sokak’taki rahat dolaşmalarıyla bizzat görmüş olduk!
Bu portalın okurları, iki günlük seyahatimiz boyunca gördüklerimizin çoğunu bildiklerinden, daha çok Hristiyan dünyası ile ilgili gözlemlerimize kısaca değinmek isterim, yazıyı çok uzatmadan...
Otelin hemen sol karşısında “Garden Tomb” ile karşılaşıyorsunuz. Eski kentin merkezinde bulunan, İsa’nın çarmıha gerildikten sonra gömüldüğü ve ardından göğe yükseldiği söylenen yerde inşa edilmiş “Kutsal Kabir”e bir çeşit alternatif olarak gösterilen bu “Gömüt Bahçesi”nde dolaşıp, oradaki olası infaz yeriyle Peygamber’in olası mezarını görmek, kimi Hristiyan ziyaretçiyi heyecanlandıracaktır! Orayı geçtikten sonra “Şam Kapısı”ndan kente giriyor ve (eşimin gözünü ayıramadığı dipdiri ıspanakların da satıldığı) sebze-meyve pazarcılarının arasından geçerek, İsa’nın çarmıhını sırtında taşıyıp çeşitli yerlerde durduğu rivayet edilen Via Dolorosa’nın köşesine geliyorsunuz. Orada bulunan görkemli “Avusturya Konuk Evi”nin terasından kentin panoramik görüntüsünü 5 Şekel karşılığında izleyebilir ve/veya 1863 yılında inşa edilmiş, günümüzde halen otel olarak hizmet veren binanın bol ağaçlı bahçesinde elma ştrudeli ve değişik Viyana kahve türlerini, arzu ederseniz özgün gulaş çorbası veya nefis şnitzeli deneyebilirsiniz. Ancak daha “yerel” takılmak isteyenler, neredeyse komşu olan ve avlusunda 1915 Ermeni tehcirini anan rölyefin bulunduğu restoranda “Kibbeh” (içli köfte) veya “Lahma June”(!)un da tadına bakabilir...
Unutmadan – kim(?)ilerimizin özlemini duyduğu ezanı günde beş kez yaşamak, sokakta (turist olmayan!) Araplarla burun buruna gelmek, ancak onlarla birlikte, hele Cuma akşamı hızlı adımlarla koşuştururken kürklü şapkalarını asla düşürmeyen dindaşlarımızın yanı sıra adım başı rahibe ve papazlarla karşılaşmak, ayrı bir keyifti tabii ki!..
Via Dolorosa’nın az ilerisinde, gene 1860’lardan bugüne dek Katolik hacılara konaklama olanağı sunan “Ecce Homo (= İşte İnsan) Manastırı”na geliyoruz. Bazılarımızda çağrışımlar yaratacak Notre Dame de Sion rahibelerinin yönetimindeki bu mabedin altında 1857’de ortaya çıkarılmış “Lithostrotos” adıyla anılan yol kaplamasının bulunduğu meydanda, İsa’nın Yeruşalayim Valisi Romalı Pontus Pilates ile karşılaştığı rivayet edilir. Bu taşların altındaki derin sarnıca da (dikkatle!) eğilerek bakabilirsiniz... Daha sonra uğradığımız “Kırbaçlama Kilisesi”nden geri dönüp “Kutsal Kabir Kilisesi”ne ulaşıyoruz. İsa’nın çarmıha gerildiği efsanevi Golgotha kayasının üzerine 335 yılında inşa edilmiş, 1009’da yerle bir edilmesinin ardından 1048 yılında yenilenmiş kiliseyi tüm Hristiyan mezhep kuruluşları paylaşıyor, bu kutsal mabedi sanki bir pasta gibi dilimlemiş olarak! Benzetmek gibi olmasın – burayı 1898’de ziyaret etmiş olan Almanya İmparatoru II.Wilhelm buradaki aşırı kalabalığı gördüğünde adeta iğrenip, “bu yer asla Peygamberimizin mezarı olamaz!” demesinden esinlenerek, hele dört saat yürümüş olmanın yorgunluğu ile yıllar önce gezmiş olduğumuz kiliseye bu kez girmedik – biraz da “kendi işimize bakmak” üzere Kotel’i ziyaret ettik. Buradan aldığımız ilham ile bir sonraki gün David Hameleh’in Kalesi ile içindeki müzeyi gezerek kentin tarihi hakkındaki bilgilerimizi tazeleyecektik... Bu arada, pek kimsenin rağbet etmediği, ancak çok başarılı görüntüleme teknikleri ile hazırlanmış 1918-1948 “İngiliz Mandası” sergisinden de özellikle büyük keyif aldık. Daha önce izlemiş olduğumuz “Sound and Light Show”a bu kez bir daha oturmadık, ancak bu görkemli Ses ve Işık Gösterisi’ni izlememiş olanlarınıza içtenlikle önermek isterim.
Bu seyahatimizin en ilginç anlarını ise kuşkusuz Cuma akşamı katıldığımız “Kehilat Zion” topluluğunun Kabalat Şabat duasında yaşadık! Sevgili Hadass’ın hazanlık yaptığı bu alçak gönüllü, ancak büyük gönüllere yönelik cemaatin web sayfasındaki “come as you are” (“olduğun gibi gel”) şiarını ilk gördüğümde, Mevlana’yı anımsamıştım... Gerçekten de, her köken, inanç, gelenek ve dini uygulamalardan gelen Yahudilerin birleştiği bir gruptur Kehilat Zion – ister ortodoks veya konservatif, ister reformist veya laik, keza Aşkenaz, Sefarad, Mizrahi veya başka dinin mensupları olsalar bile! Aksi gibi, yanımda kipa yoktu – ancak Hadass’ın “önemli değil, burada kipa şart değil!” demesi, yüreğime ayrıca su serpti. Kentin Baka semtindeki son derece sade dua evlerine ailecek geldikleri, kimi anne ve çocukların ortada yerde oturarak katıldıkları Kabalat Şabat, dostumuzun yönetiminde hep birlikte söylenen çok sayısda şarkı, ilahi ve mezmurlar ile başladı. Duaların bir bölümü, erkek-kadın yahidlerin yan yana oturdukları yerlerden bireysel olarak söylendi; kimileri kendilerini ezgilere uydurup dans etti veya vokallere kendi doğaçlamalarıyla katılmayı uygun gördü. Ardından bir konuşma yapan kurucu hahamları Rav Tamar Elad Appelbaum’un söylediklerinin ancak çok azını anlayabildik, “Alef” İbranicemizle – ne var ki bir ara İngilizceye geçerek, eşimle beni Hadass’ın manevi ebeveynleri olarak tanıtmasının ve kısa bir süre önce Aliya yaptığımızı söylemesinin ardından kendimizi bu özel etkinliğin bir küçük parçası olarak bile sayabildik! https://www.facebook.com/KehilatZionJerusalem/ adresinden hakkında bilgi alabileceğiniz bu ilginç cemaatin amacı, “Yeruşalayim rüyasını yeniden canlandırmak”tır – ve umudumuz, bunun er veya geç gerçekleşmesi!..
Ek-1: İlgi duyanlar için, Spiro N. Spiridon’un 1930’larda çizdiği eski Yeruşalayim haritası hakkında bilgiler: https://blog.nli.org.il/map_remembers/?_ga=2.161976572.1330645021.1545383728-1266980121.1524585223
Ek-2: Hadass Pal-Yarden’in sesini duymak isteyenler için, Ladino şarkıları yorumlarını içeren “Yahudice” albümünün tanıtım clip’i: