
2017 yılı, Temmuz ayı. Birleşmiş Milletlerin Cenevredeki merkezi. UN Watch müdürü, Hillel Neuer söz alır ve şu soruları sorar:
Cezayir, 140 bin Yahudiniz vardı; neredeler?
Irak, 135 bin Yahudiniz vardı; neredeler?
Suriye, onbinlerce Yahudiniz vardı; neredeler?
Mısır, 75 bin Yahudiniz vardı; neredeler?
Libya, Yemen, Lübnan, sizin Yahudileriniz neredeler?
BM Salonunda tam bir sessizlik hüküm sürer, ta ki bir sonraki konuşmacı söz alıncaya kadar.
Bu oturumdan tam bir yıl sonra, 2018 yılının Temmuz ayında, BM örgütünün en nefret edilen kişisi Neuer tekrar söz alır ve bir yıl evvel sorduğu sorularına kendi cevap verir ve şunları söyler:
Yirminci yüzyıl başlarında ülkelerinde değişik baskı ve hatta yer yer pogromlara uğrayan bu Yahudiler yurtlarını terk edip, ABD, Kanada, İsrael ve Fransa gibi ülkelere göç etmek zorunda kaldılar. Yeni ülkelerine uyum sağlayan bu kişiler zamanla ve eşit yurttaşlık haklarıyla hayatlarını baştan kurmayı başardılar.
Buna karşılık İngiliz Mandası altında yaşayan Arapların bir kısmı, yeni kurulmakta olan İsrael Devletinin komşu Arap ülkeleri tarafından saldırıya uğraması ve savaşmak zorunda kalması sonucu topraklarını terk etmek zorunda kaldılar. Ancak sonuç yukardaki örnekten çok farklı şekilde sonuçlandı. Bazılarının hatta ataları nedeniyle organik bağlara sahip oldukları komşu Arap ülkelerinden hiçbiri bu mültecilere hiçbir hak tanımadı. Birleşmiş Milletler Mülteci Ajansı da sorunu UNRWA’ya transfer etmeyi yeğledi. UNRWA ise tüm bu zaman zarfında soruna çözüm arayacağına mültecileri yaşam koşullarının son derece yetersiz olduğu kamplarda barındırarak İsrael- Arap problemini canlı tutmayı yeğledi. Soruna çözüm bulmaya çalışacağına sorunun kendi oldu.
Soykırımda 6 milyon dindaşını yitiren, artı Arap ülkelerinde yaşarken yurtlarından, varlıklarından edilen yarım milyon kadar Yahudi, intikam, kin, nefret duygularını bir yana bırakıp, yerleştikleri yeni ülkelerinde, ki bunların arasında İsrael tabii ki birinci ülke, kendilerine yeni bir hayat kurmayı seçtiler. Aynen bir Phoenix gibi küllerinden yeni bir varlık oluşturdular. Buna karşılık, evlerinden ve topraklarından olan, -ve kimin sorumlu olduğu gerçeği değiştirmez- Filistinli toplum, kin, intikam ve nefret ateşini canlı tutmayı seçti. Yeni bir yaşamı seçeceklerine, yaratmayı, yapmayı, kurmayı deneyeceklerine, ölümü, sefaleti, yıkmayı yeğlediler. Tabii baştaki yöneticilerinin de yönlendirmesiyle sefalet kamplarında yaşayarak, intihar komandolarını yetiştirerek, yıkarak ve başkalarının onlar için bir şeyler yapmasını bekleyerek hem kendi yaşamlarını, hem de İsraellilerin yaşamını karartmayı yaşam felsefeleri haline getirdiler.
Halen de çocuklarını bu yıkıcı değerler üzerinden eğitmeyi sürdürüyorlar. Kendi seçimleri olan güçsüzlüklerini, zavallılıklarını dünya kamuoyu nezdinde haklı konuma geçmek için koz olarak kullanmayı devam ettirerek.
Neyse ki son yıllarda başta ABD, İsrael ve İsviçre olmak üzere bazı ülkeler gerçeği görmeyi ve en önemlisi bu konuda eyleme geçmeyi başardılar.
Şu anki durum bir yandan Filistinlilerin dramını yansıtırken, diğer yandan Birleşmiş Milletler diye anılan örgütün çirkin ve önyargılı yüzünü de gözler önüne seriyor.
Birtakım belirli ülkeler tarafından ele geçirilmiş olan bu örgüt, İsrael Devletinin kuruluşundan beri ve özellikle son yıllarda sadece ve sadece İsrael karşıtı kararlar almakla yükümlü bir kuruluş havasında.
2017 yılında Kadın Hakları Komisyonuna Suudi Arabistanı, (MBS de henüz piyasada yokken), seçerek, mizah gücünü de ispatlayan kuruluşun parlak (!) başarılı geçmişinden birkaç rakam vermek ve tarafsızlığını (!) gözler önüne sermek istiyorum.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 2012- 2015 yılları arasında aldığı toplam 97 kınama kararının 83’ü İsrael aleyhineydi. (yüzde 86)
Unesco yılda toplam 10 kadar kınama kararı alır. Hepsi ama hepsi sadece ve sadece İsrael aleyhine kararlardır. Tek bir kere, yanlışlıkla (!) olsa gerek, 2013 yılında Suriye aleyhine karar alarak bu homojen ve tarafsız (!!!) davranışlarını bozdular. Halbuki Suriye son yıllarda yarım milyondan fazla vatandaşını katletmenin ötesinde ne kötülük yaptı ki? (kullandığı kitle imha silahlarının acımasızlığı da cabası !!)
B.M. İnsan Hakları komisyonu ilk on yılında, (2006-2016), toplam 135 kınama kararı aldı. 68’i İsrael karşıtı. 67 tanesi de İsrael dışında kalan ülkelere karşı. Bu bağlamda ilk iki örgütten daha tarafsız davrandıkları, (hatta İsrael taraftarı mı desem?) şüphe götürmez.
Ama dilerseniz bu insan hakları konusunda biraz ayrıntıya girelim.
İsrael’de
Liberal demokrasi
Serbest ve adil seçim
Bağımsız yargı
Bağımsız ve aktivist medya
Söz ve toplanma hürriyeti
Dinini özgürce yaşama hürriyeti
Azınlık hakları, kadın hakları, LGBT hakları VAR ….
Ve buna rağmen İsrael 135 toplam kınamadan, 68’ini hakketmiş B.M.İ.H.K ‘ya göre.
Buna karşılık yukardaki temel insan haklarını hangi ölçüde uyguladıkları tartışma konusu olabilecek Küba, Venezuela, Çin, Pakistan, Irak, Somalya, Yemen, Rusya ve Zimbabwe gibi ülkeler bu süre zarfında SIFIR aleyhte kararla insan hakları şeref tahtasına isimlerini kazdırdılar.(!!!)
İnönü’nün tabiriyle, hadi canım sen de…
Küba’da demokrasi öncülüğü yaptığı için katledilen bir liderin cinayetinin soruşturma kapsamına dahi alınmaması, Suudi Arabistan’da bir web sitesi kurma suçundan 10 yıl hapis ve bin kamçılık cezaya çarptırılan bir talihsiz, Irakt’a Işid tarafından esir alınıp seks kölesi olarak kullanılan Yezidi kadınlar, Tibet’te Çinliler tarafından işkenceye maruz kalan rahipler, Venezuela’da hiçbir gerekçe gösterilmeden tutuklanan belediye başkanları, Suriye’de kendi devletleri tarafından yok edilen yarım milyondan fazla insan, Yemendeki iç savaş ve katliamlar BM’ni hiç mi hiç ilgilendiren konular değil. Zira İsrael bunların hiçbirinde taraf değil…
Bereket Nikki Haley gibi gerçekleri dile getirmekten sakınmayan bir hanım geldi de, yıllardan sonra ilk defa sağduyunun ve gerçeklerin sesi, İsraelli olmayan bir temsilci tarafından da dile getirildi. Görevini ne yazık ki devreden bu ses gibi daha nice objektif ve cesur seslere gereksinimi var bu örgütün, eğer layık olduğu ama halen çok uzağında bulunduğu saygıyı tekrar elde etmek istiyorsa.
Bir NGO, Sosyal Toplum Kuruluşu olan UN Watch ve başındaki Hillel Neuer, BM nezdinde İsrael ile ve özellikle de Filistin sorunuyla ilgili olarak bazı gerçekleri konseye getirmeye çalışıyorlar. Tabii duymak ve görmek isteyenlere…
Günümüz liberal, aydın, ilerici kesiminde güçlü /zayıf, haklı/haksız mevhumları, geleneksel zayıfı korumak amacıyla da olsa, oran yozlaşmasına uğradı. Şöyle ki, erkeğe karşı kadın, öğretmene karşı öğrenci, veliye karşı çocuk ve işverene karşı çalışan, durum, olay ne olursa olsun korunur ve desteklenir hale geldi. Ne var ki gerçek her zaman bunu doğrular nitelikte değil. Güçlü her zaman haksız ve zayıf da her zaman masum veya haklı değil. İsrael Filistin sürtüşmelerinde de, bazı istisnaları olmakla beraber, çoğu zaman İsrael güçlü ama aynı zamanda haklı, Filistin ise zayıf ama haksız konumda. Gerçek bu.
Birleşmiş Milletler, medya ve dünya kamuoyu bu gerçeği ne kadar erken görebilirlerse, hem İsrael’e, hem Filistinlilere hem de dünya barışına o derece katkıda bulunacaklar.