top of page

İNANÇ VE DÜŞÜNCE GÜCÜ ÜZERİNE


Her insan inanç sahibidir. Kimisi Tanrı’ya iman eder, kimisi paraya, kimisi ise iktidara. Tanrı’ya iman etmenin şekilleri de vardır elbette. Kimisi hiç sorgulamadan, koşulsuz bir biçimde iman eder. Kimisinin koşulları daha ağırdır. Eğer ters giden bir şey olursa, hemen inancını sorgular, işin içine ilimi, bilimi karıştırır. Bazı şeylerin bilimsel ispatı yoksa her türlü Tanrısal olayı reddeder.

Bilime ve ilime asla karşı değilim ama bazı özel ve hassas konuları bu kadar fütursuzca reddetmek bana hoş görünmüyor. Tanrı kendi yarattığı tabiatı ve insanları bu kadar tekâmül ettirmeseydi bu gün ne ilim olurdu ne de bilim. Ama ironik bir şekilde, insan çaresiz bir şekilde köşeye sıkıştığı zaman, yine de Tanrı’ya sığınır.

Bütün dinlerin mistisizminde, İnsanın Tanrı’nın suretinden yaratıldığı anlatılır. Yahudi Kabalası’nda, İslam Tasavvufu’nda veya Budist inançların tümünde, İnsanın, Tanrı’nın bir yansıması olduğuna inanılır. Yani insanın bütün edimleri,Tanrı’nın birer aksi sedası gibidir. Yani Tanrı istemezse yaprak düşmezmiş gibi bir şey… Bilmiyorum ki ne desem? Acaba Tanrı bu konuda ne düşünüyor?

Dünyada her an, her dakika iyi bir şeyler oluyor ama çok kötü bir şeyler de oluyor. Eğer Tanrı’dan kaynaklanan her şey iyilik ise, kötülük nereden kaynaklanıyor? Yani iyilik Tanrı’dan, kötülük insandan mı geliyor? İnanışa göre, Tanrı sana bir yol sunuyor ve bu hep iyilik yolu. O yolda iki sapak var, biri iyi yol iken, yanda bozuk bir tali yol var. O yolda belki çamura saplanabilirsin, tekerin patlar veya çıkmaz yoldur. Kim bilir, sen yine bozuk yola sapıyorsun. Bu senin kişisel tercihinmiş, tali yola niye girmişsin ki? Peki, Tanrı o yolu neden oraya koymuş o zaman, seni şaşırtmak veya denemek için mi? İşte yine aynı yere döndük. Tanrı’ya ya koşulsuz inanırsın, ya da ne halin varsa gör…

Babam anlatırdı; Kendisi küçük bir erkek çocuğu iken, Edirne’de, bazı yaz ayları çok kurak geçermiş. Ekinler, tarlalar susuzluktan kurmuş . Akarsular cılız akarmış. İnsanlar kendi dinlerince yağmur için dua edermiş. O yıllarda, Edirne’de çok kalabalık ve güçlü bir Yahudi Cemaati mevcutmuş. Sanırım 1920’ler ile 40’lar arasındaki dönemlerden söz ederdi, çünkü kendisi 1915 doğumluydu. Her neyse, Yahudi yetişkin bütün erkekler, oğullarıyla birlikte, her hangi bir pazartesi veya perşembe gününde, hahamın eşliğinde yağmur duasına çıkarmış.

Babam huşu içinde anlatmaya devam ederdi. Bütün erkekler kızgın güneş altında yola koyuldukları zaman, yanlarına lastik çizmeleri ile kocaman siyah şemsiyelerini de alırlarmış. Çevre halkı, teçhizatlı giden Yahudilere bakıp, onları alaylı bakışlarla süzerlermiş. Mezarlığa yakın kırsal bir alanda edilen dualardan sonra, geri dönüş yoluna geçmeden evvel herkes çizmelerini ayaklarına geçirirmiş. Birdenbire, gökyüzü kapkara olurmuş, ardından şimşekler çakarmış ve inanılmaz derecede kuvvetli bir sağanak yağış yağarmış. Yahudi erkekler, siyah şemsiyelerini açıp, Tanrı’ya şükrederek Edirne merkeze dönerlermiş. O denli güçlü bir Tanrı inançları varmış ki, yağmur yağmama ihtimalini kesinlikle akıllarına dahi getirmezlermiş. Benim babam çok erdemli, dinine çok düşkün, saygı değer ve bilge ruhlu bir adamdı. Onun anlattıklarının doğruluğunu sorgulamak sadece edepsizlik olur. O sadece iki üç kez bizzat şahit olduğu bir olayı anlatıyordu. Demek ki olunca, oluyormuş! İşte bu koşulsuz inancın, mükemmel bir örneği...

Ayrıca” Düşünce Gücü” başlıklı konu da aklımı çok kurcalıyor. Şöyle düşünüyorum; Dini inanca göre Tanrı senin dünyaya gelmeni sağlıyor. Gitmen gereken iyilik, dürüstlük ve düzgün insan olmanı gerektiren esas erdemlilik yolu… Nedir ki sen şu veya bu sebepten dolayı, harika bir insanken tali yola sapıverdin, veya direkt olarak tali= kötü yolu seçtin. Ama gel gör ki, yaptığın her iki durumdan da pek hoşnut değilsin. İşte o zaman özgür iradenle ve pozitif düşünce gücüyle yanlıştan geri dönemez misin? Düşünce gücü ile bir şeyi hayata geçirmek gerçekten mümkün. Hatta bu konuda, başarılı birkaç denemem bile var. Eğer düşüncenizi çok istediğiniz bir şeyin üzerine odaklayıp, büyük bir konsantrasyon içinde yürekten dilerseniz, o şey mutlaka gerçekleşiyor. İnanır mısınız, o derin tefekkürden sonra, normal hale döndüğünüzde, bu olayın kısa bir süre sonra gerçekleştiğine tanık oluyorsunuz. Garip ama gerçek…

Düşünce gücü ile kötü bir hastalıktan veya yakın bir zamanda oluşabilecek bir sıkıntıdan kurtulmak da olanaklı. Mesela tıbbın ve bilimin yanı sıra, çağın en büyük hastalığı olan kanser bile, pozitif düşünce gücü ve gerçek inancın verdiği moral gücüyle iyileştiriliyor. İnsanlar ağır kemoterapi süreçlerinden sonra, bazen bu yoldaki mücadelelerinin ardından, kitaplar yayınlayıp, konferanslar veriyorlar. Bu çalışmaların ana başlığı genelde “Kanseri Nsıl Yendim”, “Zaferin Ardından” veya “Nasıl Başardım?” temalarını kapsıyor. Buradaki ana mücadele hayatta kalma mottosu ile birlikte pozitif düşünceye endekslenip sürekli iyileşeceğine dair ant içmek ve yaşama tutunmak. Sonunda yakasına yapışan ölüm olasılığını, bilimsel kemoterapiler ve ilaçlar eşliğinde, fakat düşünce gücü ile birlikte, bedeninden kovuyor.

Duadaki bir an gibi. Dileğinizi tüm yüreğinizi ortaya koyup, içinde kötülük unsurları barındırmadan dileyip, elde etmek istediğinizde ona kesinlikle kavuşuyorsunuz. Ama şimdi abartıp, gökten yıldızları indirmek gibi hayallere kapılıp eğlenmenin bir anlamı yok. Tamamen mantık çerçevesinde kalmak gerekiyor. Yapamam demeyin. Gereksiz tevazua gerek yok. Eğer isterseniz bu asla bir hayal değildir.

Ben derim ki insanın manevi dünyası ne kadar zenginse, insani dünyası da o denli huzurlu ve başarılı olur. Eğer içimizi sevgi ve umutla beslersek, maddi dünyanın vahşi ormanlarındaki ürkütücü tecrübelerle, manen daha kuvvetli mücadele eder ve düşünce gücüyle hastalıklı fikirlerimizi ve problemlerimizi sağaltabiliriz.

Bu konuda fikirleriniz veya tecrübeleriniz varsa, yorumlarınızı okumayı çok isterim. Yeniden buluşmamıza değin sevgiyle kalın.

Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page