İsrael-Filistin anlaşmazlığında “iki halka iki devlet” formülü 1993’de Şimon Peres/Yitzhak Rabin, 2000 yılında Ehud Barak, 2008’de Ehud Olmert ve en nihayet Binyamin Netanyahu tarafından benimsendi.
“İki halka iki devlet” ile “iki devletli çözüm” tanımı arasında belli bir nüans farkı vardır. “İki halka iki devlet” formülü Yahudi ulusunun varlığını açıkça tanıdığı halde ikinci formül bu tür bir tanımayı beraberinde getirmemektedir.
Filistin yönetimi, “iki devletli” çözüm perspektifi içinde Batı Şeria ve Gazze’de bir Filistin devletinin kurulmasını, ancak Filistinlilere İsrael topraklarına “geri dönüş” hakkının tanınması ile İsrael’in iki uluslu bir devlete dönüşmesini savunmaktadır. Bu çözüm genelde hiçbir İsraelli tarafından benimsenmemektedir.
Buna karşılık yapılan kamuoyu yoklamaları halkın yüzde yetmişe yakının “iki halka iki devlet” formülünden yana olduğunu ortaya koymaktadır.
İlk kez 1917 yılında Balfour Deklarasyonu ile Yahudi ulusunun bir vatana sahip olma hakkı kabul edilirken,1947’de BM 181 sayılı Paylaşım Planı ile mevcut haritayı, Yahudi, Arap ve uluslararası bölge olarak üçe paylaştırdı.
2007 yılı Kasım ayında elliden fazla ülkenin bir araya geldiği Annapolis barış toplantısında bundan böyle “iki halka iki devlet” esası çerçevesinde görüşmelerin devamı öngörüldü. 5 Temmuz 2009 tarihinde de Başbakan Binyamin Netanyahu “İki halka iki devlet” ilkesi konusunda görüş birliğine varıldığını beyan etti.
Ancak yerleşim bölgelerinin geleceği, geri dönüş hakkı ve Yeruşalayim’in statüsü konusunda taraflar arasındaki görüş ayrılıkları nedeniyle İsrael ile Filistin yönetimi arasında uzunca bir süredir barış görüşmeleri inkıtaa uğramış durumda.
2017 yılında Donald Trump’ın Beyaz Saraya girmesinin hemen sonrasında, Netanyahu ile buluşmasında sarf ettiği; “ Bir devlet, iki devlet, neye karar verirseniz” sözleri hem Arap dünyasında tepkilere, hem de yeni tartışmalara yol açtı. İki devletli çözümün yanı sıra tek devletli çözüm de yeniden konuşulur oldu. Peki, tek devletli çözüm nedir?
Mevcut topraklarda su dâhil doğal kaynakların yetersizliğini ileri sürenler ve özellikle İsrael’in yanı başında “düşman” bir devletin kurulmasına karşı çıkanlar iki devletli çözümü benimsememekte, Yahudi devletini ortadan kaldırmayı amaçlayan Hamas’ın varlığının bu formülün uygulanmasını imkânsız kılacağını savunmaktadırlar.
“Tek devletli” çözümün başlıca savunucuları, “Eretz İsrael HaShlema” görüşünden yana olup, Yahudi ulusunun mevcut topraklara tarihsel, dinsel bağları bulunduğunu ileri sürerler. Bu kesimin yaklaşımı ideolojiktir ve Batı Şeria’nın bütünü değilse bile en azından Oslo anlaşmasına göre halen İsrael’in kontrolü altında bulunan ve yerleşimlerin çoğunun yer aldığı C bölgesinin ilhak edilmesini savunmaktadır.
İlginçtir ki tek devletli çözümün diğer savunucuları da marjinal safta yer alan, “barış yanlısı” olduğunu savunan kesimdir. Bu kesim Yahudiler ile Filistinlilerin bir federasyon oluşturmasından veya aynı “toprakları vatan bilenlerin” yan yana bir arada yaşamalarından yanadır.
Netanyahu pozisyonunu açıkça belli etmemekle birlikte, “iki halka iki devlet” çözümünde, kurulacak devletin niteliğinin önem taşıyacağının altını çizer. Burada akla gelen Netanyahu’nun, İsrael’in güvenliğini tehdit etmeyecek, silahtan arınmış “otonom” bir Filistin’den yana olduğudur…
Ancak Trump’ın BM toplantısı öncesinde, Netanyahu ile görüşmesinde, bu kez geçmişte, “ o da olur, bu da olur” şeklindeki beyanına karşı, “iki devlet” kavramını dile getirmiş olması kafaları karıştırdı ve bu söylem İsrael başbakanını pek memnun etmedi.
Yakın zamanda ABD’nin taraflara dayatabileceği yeni bir plandan söz ediliyor; bu çözüm Gazze’nin Mısır’a, Yehuda ve Şomron’un da Ürdün’e devredilmesini öngörüyor. En azından bu yönde söylentiler var…
Çoğumuz bu çözüme “keşke” diyecektir!.. Ürdün’ün Filistinlilerin de ülkesi olduğu savunulabilir. Ne var ki, Kral Hüseyin bu gerçeğin krallığını tehdit edebileceği düşüncesi ile 1970 yılında, “Kara Eylül”de, Filistinlileri kitlesel olarak yok etmekten ve onları sürmekten kaçınmadı.
Bu yönde bir konfederasyona ne Ürdün Kralı Abdullah’ın, ne de Mahmud Abbas’ın rıza göstereceğini sanmıyorum. Yine de Trump faktörü etkin olabilir…
Gazze için ise durum farklılık gösteriyor. 1947’de BM Paylaşım Planı gereğince kentin yönetimi Mısır’a bırakılmıştı. İsrael’in 1967 harbinde eline geçirdiği Gazze’den 2005 yılında tek taraflı olarak çekilmesine rağmen Hamas’ın terör saldırıları dinmek bilmedi.
Belki kentin yönetimi Mısır’a devredildiği takdirde Abdülfettah es-Sisi Müslüman kardeşleri sindirdiği gibi bölge barışı için en önemli tehdit unsurlarından birini oluşturan Hamas’ı da kendi yöntemleriyle etkisiz hale getirmeyi başarabilir.
Bu hafta Barkan sanayi bölgesinde Filistinli ve İsraelli personelin birlikte çalıştığı bir işyerinde hunharca işlenen terör eylemi iki halkın bir arada barış içinde yan yana yaşayabileceğini öngören naif görüşleri paylaşanlar için dahi büyük düş kırıklığı oldu.