İstanbul’da bir konserdeydik. Sanatçı şarkı söylerken birden sustu ve bir süre hareketsiz kaldıktan sonra ağlamaya başladı. Bu duygusal durum bir süre devam etti. Yanımda oturan yeğenimle şaşkın bir halde birbirimize baktık. Memleket hasreti mi çekiyor acaba diye düşündüm. Şarkı Farsça olduğu için sanatçıyı duygulandıran şarkının sözlerini anlamamıştım. Sonra, durumu anlamaya çalışmaktan vazgeçtim. Bir adam sahnede ağlıyordu; gayet insanca, olduğu gibi, savunmasız, hissettiği gibi… Başta saygıyla sessizce oturan çoğunluğu Iran uyruklu olan seyirciler, bu durum uzayınca ayakta alkışlayarak ona destek verdiler. Şarkıcı, İran’ın Bob Dylan’ı olarak bilinen, New York’a yaşayan Mohsen Namjoo idi.
Bir söyleşide, “neyi unutmayı ya da hafızanızdan sildirmeyi isterdiniz? ” sorusuna, “dilerim ki bir gün annemin kokusunu kalıcı olarak unutmanın verdiği hüznü unutabilirim” cevabını verdi, her gerçek sanatçı gibi derin ve hassas olan Namjoo. Konserden sonra videolarını izlediğimde başında “kipa” olduğundan Yahudi olduğunu anladığım genç bir adamla beraber performans verdiğini gördüm. Şarkılarını anlamasam da yüreğime değiyor, tıpkı internet ortamında rastladığım İsrailli askerlerin söylediği Farsça halk şarkısı gibi… Okuduğuma göre askerlerin söylediği aşk şarkısının videosuna ulaşan bir kısım İran halkı bundan çok etkilenmiş.
Başka coğrafyalarda ve şartlarda yaşasak da sanatın farklı yollarıyla değişik kültürleri tanıyabiliyor, insanlarını anlayabiliyoruz. Edebi eserler buna örnek olabilir. Tufts Üniversitesi’nde hukuk ve diplomasi okulunun dekanlığını yapan James Stavridis, Rusya’yı anlamak isteyenlere Rus edebiyatının devleri olan Dostoyevski, Tolstoy ve Soljenistin okumalarını öneriyor. Bu örnekten de anlaşıldığı gibi sanat eserleri gelecek nesilleri de bilgilendiriyor, yönlendiriyor.
Sanat yoluyla başka coğrafyalardaki insanları sadece tanımakla kalmayıp hüzünlerimizle, sevinçlerimizle, hayal kırıklıklarımızla insanın her yerde insan olduğunu tekrar tekrar hatırlamak mümkün… Örneğin, her yere gidemesek de bağımsız filmlerle başka kültürlere erişebiliriz.
Hikâyelerden oluşan kitapları Farsça ve Arapça dâhil olmak üzere otuz beş dile çevrilen dünyaca tanınmış İsrailli yazar Etgar Keret ile yaptığım söyleşide şöyle demişti:
“Politik nedenlerden dolayı bazı ülkelere gidemesem de kitaplarımın o ülkelerde yasayan insanlar tarafından okunduğunu biliyorum. Bu sayede oradaki insanlara hikâyelerimle ulaşabiliyorum. Yazar olmanın en güzel yanı insanların kalbine dokunabilmek. Çok sevgi görüyorum. Aynı şekilde ben de gidemediğim ülkelerin insanlarını kitaplar ve filmler sayesinde tanıyorum. Çocukken benim için İran Humeyni’den ibaretti. Nefret dolu bir yerdi bana göre, çünkü İran hakkında güzel şeyler duymazdım, ta ki İranlı yönetmen Mohsen Makhmalbaf’ın “Bir Masumiyet Anı” adlı filmini seyredene kadar. İnsanın her yerde insan olduğunu ilk defa o filmle anladım.”
Sanatın, sanatçının kendisine olduğu kadar başkalarına da şifa olduğu bir gerçek… Sanat ilham verir, öğretir, gizli kalmış gerçekleri ortaya çıkarır, gerçekleri belgeler. Dünya görüşümüzü genişletebilir, değiştirebilir. Çünkü sanatçılar insanın yaşamdaki anlam arayışını ifade ederler. (*)
Kendimden de örnek vermem gerekirse; senelerce katıldığım bağımsız film analizi derslerinin sayesinde, insanı iyisiyle kötüsüyle daha iyi anladığımı, empatimin arttığını, ayrıca bu filmlerin dünya görüşümü de etkilediğini belirtmeliyim.
Sanatın gücü çatışmaları, anlayışa ve barışa dönüştürebilir. Bu alanda çalışmalar yapılıyor. Sanatçıların ortak özelliği olan duyarlılık, özünü ve gerçeği ifade etme yeteneğiyle barış umudu dünyanın bu haline rağmen hala var. Sanat sayesinde anlamak ve anlaşılmak ve belki de en önemlisi diğer insanlarla ve değişik kültürlerle yürekten bağlantı kurarak özümüzde olan o ilahi aşk duygusunu hissedebilmek mümkün. Zaten yaşam boyu da aradığımız o değil mi?
(*)Kaynak: Insights- Summer 2015, “State of the Art- The Arts and Peace Building: An Emerging Approach” by Katherine Wood