Bir haftaya yakın Türkiye'deydik. Kalbi güzel, kendi güzel dostlarımız bize hayat boyu unutmayacağımız muhteşem bir gezi yaşattılar.
Öyle böyle değil. Misafirperverliğin son noktası…
Hani kendinizi krallar gibi hissedersiniz ya. O derece.
Yemeğin, muhabbetin, doğanın en güzeli… En içteni...Huzurun tavan yaptığı o beş gün.
Aradan bir ay geçti, hala aklımdan gitmedi. Elif'in sıcak mutfağı, Meteciğin gülüşü ve Murat'ın lezzetli kahvesi…
Can dostlar.
Bu beş gün politikasız, kaygısız geçen eşi bulunmaz zamanlardandı ve biz Türkiye'nin tadını böyle çıkardık. Unuttuk her şeyi, yaktık nargilemizi, muhabbete daldık.
Bu olmalıydı Türkiye. O da bizi böyle anmalıydı.
Ne zaman bu hale geldik? Nasıl insanlık çirkinleşti de birbirini ayırır hale geldi?
Neden kimlikleri bir kenara koyup güzel vakit geçiremez olduk?
Evet, Türkiye'ye çıktığım her yolculuk öncesi endişe yaşadığım doğrudur. İtiraf etmeliyim ki çocuklarım Türkçe konuşmadıkları için oldukça çekiniyorum.
Ne yazık! Neden bunlar? Biz değil miydik bu sokaklarda koşturup ip atlayan, top oynayan? Az mı dizimizi kanattık bisikletten düşerek? Kanımız Türkiye'nin toprağına karışmadı mı hiç?
Beş gün bitti ve bizi biz olduğumuz için bağrına basan İsrael'imize geri döndük. Kim olduğumuzu saklamadığımız tek yere.
Gönül isterdi ki doğup büyüdüğümüz ülkede de bu şekilde kendimizi hür hissedebilelim. Keşke herkes Murat ve Elif gibi olsaydı da dünya da daha güzel olsaydı.
Sevgili dostlarım, bize tekrar Türkiye’yi yaşattığınız için sonsuz teşekkürler… Ne olursa olsun fark etmez, sizi seviyoruz.