Yaşam kaçınılmaz olarak sona doğru gidiyorsa, o zaman yaşadığımız sürece onu kendi sevgi ve umut renklerimizle boyamalıyız- Marc Chagall
Tel- Aviv’ de Marc Chagall’in sergisine doğru yürürken gözümün önüne çok sevdiğim iki eseri geldi. Damların üstündeki yeşil yüzlü kemancı ve bir eliyle havada uçurduğu pembe elbiseli aşkı Bella. Ziyaret ettiğim sergide bu resimler yoktu ama, litografilerden oluşan eserleri çok etkiledi, tıpkı sanatçının müthiş yaşam hikayesi gibi. Moishe Segal adıyla Belarus’a* bağlı Vitebsk adlı küçük bir kasabada fakir ve dindar Yahudi bir ailenin çocuğu olarak hayata başlayıp, Fransa’nın en saygın sanatçılarından olarak bitirdiği yaşam serüveni... İki savaşa tanık olup, önce doğduğu yeri terk etmek ve daha sonra çok sevdiği Fransa’dan Naziler yüzünden kaçmak zorunda kaldığı zamanlarda muhteşem eserler yaratmaya devam etmesi Flow- Akış- teorisini hatırlattı.
Pozitif Psikoloji’nin kurucularından Mihaly Csikszentmihalyi ‘ye göre “akış hali” deneyimleyen insanlar daha yaratıcı, verimli ve mutlu oluyorlar. Binlerce kişiyle söyleşerek yapılan araştırmalara göre, yapılan herhangi bir işe, aktiviteye, hobiye, spora tamamen yoğunlaşabilen insanların diğer insanlara oranla daha güçlü ve mutlu oldukları gözlemlendi. Akış halinde iken, dışarıda olan bitenin önemi kalmıyor, yoğun bir sevinç ve kendinden geçme hissedilirken zaman kavramı önemini yitiriyor.
Bunları deneyimleyebilenler genelde güçlerini dış kaynaklardan- ödül, iltifat gibi- değil de içsel kaynaklarından alan insanlar. Başka bir deyişle, yaptıkları işi kendilerine coşku, keyif ve mutluluk verdiği için yapan ve başkalarının değerlendirmelerine önem vermeyen insanlar daha çok akış halinde oluyor. Yaptığımız işin ne canımızın sıkılabileceği kadar kolay, ne de bizde kaygı yaratabilecek kadar zor olması, yani akması gerekiyor. Bunları yapabilmek için çok yüksek bir gelir seviyesi gerekmediği gibi, yaşadığımız herhangi bir yerde de yapılabilir.
Chagall yaşadığı her ülkede sanatına devam edebildi, hatta Amerika’ya kaçmak zorunda olduğu zaman başka sanat dalları ile de ilgilenerek sahne dekoru ve vitray yapmaya başladı. Zor zamanlarına, özlem ve hüzünlerine rağmen masalımsı, mistik, renkli ve neşeli eserler vermeye devam etti. Damdaki kemancı müzikalinin ismine ilham olan Yeşil Yüzlü Kemancı eserinde doğduğu yere derin bir özlem duyduğu hissedilirken aynı zamanda hayal gücü ve çarpıcı renkleriyle hüznü neşeye dönüştürüyor.
Kemancı’ dan söz etmişken bu konuyla ilgili bir anımı hatırladım. Geçtiğimiz yıl İstanbul’da dünyaca tanınmış keman virtüözü Hilary Hahn sahnede müthiş performansıyla büyülerken, ön sırada oturan bir dinleyicinin telefonu en yüksek seviyede volümle çalmaya başladı. Dikkatimizi sahne yerine sesin geldiği yere verdik. Hilary ise sanki duymuyormuş gibi kendinden geçmiş bir halde çalmaya devam etti. O sırada akış hali bu olsa gerek diye düşünmüştüm. Terezin toplama kampı ortamında beste yapabilen sanatçıları düşününce Hilary’nin çalmaya devam edebilmesine şaşırmamalıydım aslında.
Sevdiğimiz bir aktivite- tırmanış gibi -veya iş, sanat ve spor dalı varsa eğer onu akış halinde yapabiliyor muyuz? Eğer henüz neye tutkunuz olduğunu bilmiyorsanız, inanın keşfetmeye değer. Göçmenler genelde yeni ülkelerinde etraflarına büyük bir merak ve çocuğumsu saf gözlerle bakarlar. Yeni yaşamaya başladığım Tel Aviv’de hüzün ve özlem hissettiğim zamanlarda fotoğraf makinemle dışarıya çıkıp doğayı, insanları ve hayvanları gözlemlerken içimi tarif etmesi çok zor, sevinç ve coşkudan daha güçlü bir duygu kaplıyor. O anlarda her şeyi unutup dikkatimi tamamen etrafıma veriyorum ve başka türlü görmeye başlıyorum. Sanki başka bir realiteye giriyorum. En güzel fotoğraflar da işte o zaman çıkıyor.
Tüm kişisel sorunlarımıza ve dünyayı delilerin yönettiği bu ortama rağmen ayakta kalabilmemiz ve yaşam kalitemizi artırabilmemiz için kendimize yollar bulmalıyız: Bakış açımızı değiştirmek, mizah yeteneğimizi kullanmak, minnettarlık listeleri yapmak ve akış hali deneyimlemek bu yollardan sadece bir kaç tanesi. Hepimizde var olan içsel kaynaklardan yararlanmalıyız. Chagall olmamız gerekmiyor, yeter ki acılarımızı problemlerimizi bir şekilde dönüştürebilelim ve onun da belirttiği gibi yaşamı “kendi” sevgi ve umut renklerimizle boyayabilelim.
* Belarus o zamanlar Rus Imparatorluğunun parçasıydı.
Kaynak: Flow : The Psychology of Optimal Experience by Mihaly Csikszentmihalyi