Merhaba sevgili okuyucularım on beş gün nasıl da uçup gitti. Bu hafta sürekli olarak Gazze’deki olayları düşünüp duruyorum. Umarım her şey çok iyi gider. Bu hem ülkemizin hem de sevgili asker evlatlarımızın hayrına olur.
Sevgili okuyucularım, bu hafta sizinle, barış üzerine söyleşmek istiyorum. Özellikle yaşadığımız bu coğrafyada herkesin rüyası barış olmalı. Barış yeryüzündeki tüm insanların ekmek gibi, su gibi gereksinimleri olan bir şey. Savaşın getirdiği yıkımları yaşayan tüm dünya halkları hep aynı acıyı paylaşırlar; ölüm, açlık, acı, yokluk ve kan... Aslında insanları politikadan, siyasetten, toprak ihtiraslarından arındırıp, ayrı bir yere taşıyabilirsen ne kavga kalır ne savaş...
Dünya üzerindeki tüm insanlar; ister yoksul, ister varsıl, ister beyaz, ister siyah, ister sarı renkte olsun hepsi de, annelerinin rahimleri içinde büyüyüp, aynı şartlarda doğuyorlar. Yine aynı şekilde tek başlarına bedenlerinden ayrılıp sonsuzluğa ulaşıyorlar. Yani hayat her yerde aynı başlayıp aynı şekilde bitiyor.
Acılar, sancılar, sevinçler, aşklar, mutluluklar, kahkahalar, gözyaşları da aynı... Akıllılar, aptallar, iyiler, kötüler hep aynı... Anne ve baba olmanın coşkusu aynı, sevdiklerini kaybetmenin yıkımı aynı...
O zaman bu dünyada kimin daha fazla sevince veya acıya hakkı var? Ölüme kim daha fazla üzülür, doğuma kim daha fazla sevinir? Herkes eşit bu hayatta… Barışta da, savaşta da...
Hayat salt ‘lay lay lom’ yaşamak değildir. İnsanlar nedense artık azıcık sıkıntılı konular ortaya döküldü mü, tasını tarağını toplayarak oradan hemen sıvışıyor. Halbuki sevinci, neşeyi paylaştığımız gibi, etrafımızdaki kişilerden başlayarak geniş halkalar halinde toplumların sıkıntılarını dinleyip paylaşmak gerekiyor. Eğer herkes insanlık üstüne biraz düşünüp, üzerine düşeni yaparsa, kışkırtıcılıktan vazgeçip ihtiraslarına gem vurursa, kurtla kuzu yan yana uyur o zaman.
İnanır mısınız şu dünyada, neyi paylaşamıyoruz, tam anlamış değilim. Ne olurdu herkes barış içinde yaşasa, gönenç içinde günlerini doldurabilseydi. Bir küçük çocuk dünyaya geldiği andan itibaren, bin bir itina ile büyütülüyor. Adeta bir iğneyle kuyu kazılıyor. Bu bin bir zahmetle ve aşkla büyütülen çocuk bir kurşunla yok ediliveriyor. Onu sevenlerin yıkımını düşünebiliyor musunuz? Bir kahpe kurşun veya bomba ile yitirilen evlatlar, aşklar, umutlar...
İnsanlar, uluslar ve onları yönetenler, ülkelerinden nemalanan cani ruhlu duyarsız idareciler, empati yapsalar, içlerine dönük düşünseler, acaba ‘ateş et’ emri verecekler mi?
Size ilginç bir şey anlatayım. 6 Ekim 1973 yılında yaşanan Yom Kipur Savaşında, Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat’ın erkek kardeşi de savaşta ölmüştü. Enver Sedat kendi sevgili kardeşinin ölüsünü morgda gördüğü zaman, yüreği o denli yanmış, o denli acı çekmişti ki, tam da o gün düşmanı ile yani İsrail ile barışı düşünmeye başladı.
Kasım 1977 yılında, özel uçağına bindi ve İsrail’e barış elçisi olarak geldi. O dönemin savaşçı lideri Başbakan Menahem Begin ile kardeşçesine el sıkıştı ve kucaklaştı. O günden çok kısa bir süre sonra İsrail ile Mısır arasında barış anlaşması imzalandı.
Daha önce binlerce Arap ve Yahudi genç asker ile sivil halk savaşlarda ölmüştü. Ama ‘ateş düştüğü yeri yakar’ misali herkes savaş tamtamlarını çalmaya devam ediyordu. Enver Sedat’ın, kardeşi mi ölmeliydi bu barışın sağlanması için?
Demem o ki, karşımızdaki ile savaşa tutuşmadan önce, karşılıklı olarak duygu, hal ve gidiş yoklaması yapmamız gerekiyor. Savaşa girmenin muhasebesini tutmamız gerekiyor. Ondan neler gidecek, bizden neler gidecek? Onun neresi delinecek, bizim neremiz parçalanacak? O ağlarken biz rahatça gülecek miyiz? Biz haykırırken o rahat uyuyabilecek mi? Hayatın kendisi aslında hiç kolay değil. Daha da zorlaştırmanın ve çirkinleştirmenin ne anlamı var?
Benim hayattaki en büyük rüyam torunlarımın ve tüm dünya çocuklarının barış ve huzur içinde büyümesi. Kimsenin annesi, babası ağlamasın...
Kimse evlat acısı tatmasın... Herkes göz göze, el ele dostluk türküleri söylesin, yüzler gülsün, sevgi çağlasın.
Farkında mısınız? Galiba yine tatlı rüyalara daldım. Ama kim bilir? Belki bir eşref saatindeyim ve sevgili Tanrım bu dileklerime kulak verecektir. Neden olmasın? İnsan hayal ettiği müddetçe yaşar. Sevgili okuyucularım önümüzdeki günlerde Tişa BeAv gününü idrak etmek üzereyiz. Tanrının sevgi dolu gölgesi üzerimizde olsun. Tanrı önce ülkemizi sonra tüm evreni korusun, herkesin içini sevgiyle doldursun. Hoşça kalın…