İSTANBUL’A KISA BİR ZİYARET
top of page

İSTANBUL’A KISA BİR ZİYARET


Merhaba sevgili okurlarım; birlikte olmadığımız günler içinde bir haftalığına İstanbul’a gittik. Bir takım halledilmesi gereken işlerden sonra geriye kalan günler ve saatler bize kaldı. İşte o zaman hakiki dostların bizi mutlu ettiği zamanlar başladı.

Yaklaşık sekiz aydır ayrı olduğumuz bir çok arkadaşımız ve benim can dostlarımla harika zamanlar yaşadık. Meğerse çok özlemişim, hepsinin yüzlerini, sevgi dolu gözlerini, beni sıkıca ve sevgiyle saran kollarını, tatlı dillerini… Tek tek hepsinin tadını çıkarttım.

Küçükken, ben Hacı Bekir Pastanesinin çikolatalı pastasına bayılırdım. Her cumartesi günü, annem, babam ve ablamla birlikte ,öğle yemeğinden sonra Kadıköy Altıyol’daki mağazalardan gerekli alışverişlerimizi yaptıktan sonra, French-American Kitapevi’ne giderdik. Bunlar mutluluk saatleriydi. Önce ablama sonra bana yeni bir kitap seçilir ve alınırdı. Biz derslerimizden arta kalan zamanlarda kitaplarımızı okur bitirir, ertesi cumartesiyi iple çekerdik. Ablamın seçkileri” Balzac, Dostoyevski “ olurken, benimkiler yaşım icabı “Tom Sawyer, Küçük Kadınlar “ vs. olurdu. Yıllar sonra ablam ilk bebeğini büyütmeye başladığında Balzac, Dostoyevski sırası bana gelmişti artık.

Hey gidi günler, sonra Hacı Bekir’e giderdik. Ben sevgili çikolatalı pastamı yerdim. Üstü krem şanti ve fıstık tozu ile süslenmiş pastamı, küçük pasta çatalı ve bıçağı kullanarak, küçük lokmalarla yerdim, çabuk bitmesin diye. Ablam soup anglais yerdi. Annemle babam dumanı tüten tarçınlı sahlep içerlerdi. Masaların üzeri mermerdendi, sandalyeler ise thonet stiliydi. Diğer masalarda oturanlar ise genellikle Kadıköy’ün entelektüel çevresi olurdu. Herkes bir birine aşinaydı, saygıyla selamlaşılırdı. Havada zarafet ve incelik vardı.

Nereden başladın, nereye daldın? dediğinizi duyar gibiyim. Anlatayım; geçen haftaki arkadaş buluşmalarım, küçükken o çok sevdiğim çikolatalı pastanın tadındaydı. Gönül bulandırmayan bir lezzet ve sevgi karışımı. Hepsine bana bu lezzeti ve mutluluğu tattırdıkları için teşekkür ediyorum.

Ve sevgili İstanbul, gözüme daha da betonlaşmış göründü. Yaşadığım yer olan Göztepe ve çevresi, geriye kalan cılız yeşillikler içinde, gökdelenlerle doldu. Ama aralarında arsa payı olmadığı için müteahhitler tarafından yıkılmaya tenezzül edilmeyen, kısa boylu ve biraz da köhnemiş evler artık çürük diş gibi sırıtır oldular. Önleri porselen, ama arkalarında hala çürük ve eksik dişler olan bir ağız gibi…Yarı Manhattan, yarı varoşumsu…

Kuaför dükkanları, manav ve mini süper marketlerin adeta kavga edercesine yan yana tıkış tıkış doluştukları sokak araları ve ana yollar, inşaatlar, demir inşaat malzemeleri, itişip kakışan moloz yüklü kamyonlar, damperler ve vinçler. Tembel tembel yolun ortasında dolaşan başı boş sokak köpekleri, canhıraş kornalı, çılgın trafik. Ramazan olduğundan oruçlu araba kullanan, açlıktan ve sıcaktan gözleri dönmüş, öfkeli dolmuş şoförleri, her an bir kazaya mahkum çilekeş yolcuları ile, grotesk bir görüntü.

Her taraf insan kaynıyor, yeşil ışık yandığı zaman yüzlerce insan karşılıklı olarak karşı kaldırıma geçiyor. Küçük çocuklar annelerinin eline yapışıyor. Yoksa Hak ile yeksan olacaklar çünkü. Dolmuş, otobüs, vapur ve motorlarda klima yok. Herkesten ter rayihaları yayılıyor. Her yer yıkık ve tozlu, insanların ruhu da tozlu. Koyu bir belirsizlik hüküm sürüyor…

Taksim’de canım AKM yıkılmış, bir tahta perdeyle kapatılmış Üzerinde umut vaat eden iç açıcı fotoğraflar var. Taksim Meydanı’nda katedral gibi bir cami zuhur etmiş. Kadınların kıyafetleri, Lale Devri, Kağıthane’sinden hallice! Ah benim güzel İstanbul’um seni ne hallere sokmuşlar?

Neyse içimizi karartmayalım, Boğaziçi ve köprüsü yerinde duruyor. Geceleri ışıklara bürünmüş köprünün altından renkli ışıklarla bezenmiş gemiler ve motorlar geçiyor. Müzik sesleri kıyılara perde perde yayılıyor. İstanbul, gece hayatı için makyaj yapmış, ışıldayan güzel bir kadına dönüşüyor. Her şeye rağmen gönülleri fethediyor. Adada denize bakan bir yere oturursanız manzaranın tadına doyum olmuyor. Ama sırtınızı denize verip, yollarda gezinenleri görünce, nereden başlasam? Nasıl anlatsam? İstanbul’da en güzel şey denize doğru oturmak ve enginlere dalmak…

Orada neler mi yaptım? Ekmek yedim, fırından yeni çıkmış, çıtır çıtır. Çocuklar gibi, yolda yürürken çıtır kabuklarını koparıp yedim. Simit, anasonlu galeta yedim. Buz gibi soğuk ayranlar içtim. Eşim et sever, döner, lahmacun yedi. Ben güllü lokum severim, o baklava… Eh vallahi yedik. Çok terlediğimizden kilo almadık merak etmeyin. Arkadaşlarımla mutluluk, özlem, yedim, içtim. Gönlüm, kalbim, ruhum doydu.

Hürriyet gazetesini elime aldım, ama tutulacak tarafı bile kalmamış Doğduğumdan beri evimde okunan Hürriyet Gazetesi artık kenar mahalleye taşınmış. Ama Türkçe duymak ve konuşmak çok güzel… Bir sürü kitap satın aldım. Valizin yarısı kitap doldu. Türkçe okuyup yazmak hala en çok sevdiğim şey. Yani bende de füzyon bir haller var. “To be or not to be” gibi.

Dün eve döndük. Çocuklarıma, aileme ve buradaki sevdiklerime…Dileğim: Orada ve burada her şey, barış, sevgi ve umut dolu olsun. Yeniden buluşmak üzere hoşça kalın.

Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page