top of page

Evim evim, güzel evim!


Nereye gidersem gideyim, ister en salaş, ister en lüks otelde kalayım, birkaç günün sonunda evimi özleyenlerdenim. En çok özlediğim ne mi? Birincisi yatağım, ikincisi de duşum. Öyle çok keyfine düşkün bir insan olduğumu zannetmeyin ya da dünyanın en güzel evinde yaşadığımı falan… Ama tatil ya da iş seyahati dönüşü yatağıma uzandığımda: “Şükür!” diye geçiririm içimden hep.

Abraham Maslow’un 1943 yılında ortaya çıkardığı ‘’İhtiyaçlar Hiyerarşisi’’ kuramında, birinci sırada yer alan fizyolojik ihtiyaçlarından ilki beslenmekse, ikincisi de barınmak şüphesiz. Hani derler ya, “başımızı sokacak kadar bir yerimiz olsun, yeter!” diye, işte insanoğlunun aslında ihtiyaç duyduğu şey bu.

Ancak insanın konut yapma teknolojisine eriştiği zamana kadar geçen süre bir milyon yılı aşıyor. Bu süre insanın biyolojik, kültürel evrimini sürdürmesi, teknolojiyi geliştirmesi ve konut inşa edecek bir düzeye gelmesi için geren süre. İnsan milyonlarca yıl barınma ihtiyacını mağara, kaya sığınağı, kovuk gibi doğada hazır bulunan yerlerde karşılamışlar. Kovuktan malikâneye bir günde geçilmemiş anlayacağınız.

‘Sapiens’i okuyanlar bilir: İlk zamanlarda doğadaki hazır ortamlarda barınan insan, zaman içinde basit dal ve sazlardan hazırladığı mekânlara sığınmış, büyük hayvan kemikleriyle oluşturulan bir iskeletin üzerini derilerle kaplayarak basit barınaklar inşa etmiş. Ardından sanırım (ve bu tamamen kendi yorumum) kendine “dekoratör” unvanını yakıştıran bir kadın çıkmış ortaya ve her şey allak bullak olmuş. Ondan sonra, ver elini tasarım mağazaları, süslü avizeler ve zigon sehpalar!

İnsan ve ev ilişkisi hakkında ne zaman konu açılsa aklıma “Oz Büyücüsü” gelir. Çoğu kez evdeki yaşantının, bir yolculuktan daha karmaşık olabileceğini anlatan bu masalsı film, aslında bir farkındalık masalı, bir büyüme rüyasıdır. Evde uykuya dalan Dorothy, bir fırtınanın onu ve evini başka bir dünyaya götürmesiyle maceraya başlar. Hiçbir şeyin farkında olmadan kapıyı açar ve fazlasıyla renkli bir dünyayla karşı karşıya kalır. Gökkuşağının üstünde, yıldızların ardında bir yerde; yalın ayak, aylak bir ıslıkla dolaşmak... Düşlerin gerçek, dertlerin eriyip yok olduğu bir dünya kurmak... Arkadaşlar, dostlar, seni seviyorumlar ve eve dönüşler... Tüm çabası eve dönmek olanlar ve ev gibisi olmayanlar için...

Demem o ki, insanın evi gibisi yok. Dünyanın en güzel otelinde, en güzel odasında dahi kalsanız insanın kendi evinin yerini asla tutamaz. Bu bağlılık hissinin nedeni büyük olasılıkla, insanın evine yüklediği anlamdan ileri geliyor. Yani o mekânda sevdikleriyle bir arada yaşamasından, güzel anılara yer vermesinden ve tabii en önemlisi kendi evinde sınırsız bir özgürlüğe sahip olmasından. Anahtarı kilide sokup da, kapıyı açtığınız anda duyduğunuz o tanıdık sıcaklık, o bilindik koku var ya işte ben onu hiçbir mutluluğa değişmem.

Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page