Aliyah yapalı tam 1 ay oldu. Burada çocuklarımız ve bütün sevdiklerimizle birlikte, aylar süren ayrılığın acısını çıkartıyoruz. Tabii ki arada kaçamaklar yapıp, eşimle birlikte şehir dışına da çıkıyoruz. Geçtiğimiz günlerde, çok güzel, anlamlı ve duygusal anlar yaşadım.
Yeruşalayim; neredeyse on beş yaşımdan itibaren bu yana, 45-50 kez kadar gelme şansını yakaladığım ve en çok sevdiğim şehirdir. Oraya her gidişimde, Kotel Ha Maaravi’yi (Ağlama Duvarı) ziyaret etmek vazgeçilmezimdir.
Aralık ayı benim en keyifli ayımdır. Kış mevsimini çok severim, Hanuka bayramı ve coşkusu bu aydadır. Üstelik bu ay içinde benim doğum günümü de kutlarız. İçimde kalan küçük çocuktan olsa gerek, doğum günlerimde hala sevinip, çocukça bir coşkuya kapılıyorum.
İşte bu günlerin birinde sevgili Yeruşalayim’e doğru yola koyulduk. Kotel’e varmak eski bir aşka kavuşmak gibi. Yüreğim sevgi ve coşkuyla kıpır kıpır. Orasını Bir OLA HADAŞA olarak ilk kez ziyaret ediyorum. Hamdolsun.
Etraf o kadar kalabalık ki. Bar Mitzva sevincini yaşayan bir çok aile ve davetlileri, Etiyopya’lı bir turist kafilesi, rengarenk kıyafetleri içinde göz kamaştırıyorlar. Kadınları, turkuaz, sarı, turuncu, kırmızı renklerde, rengarenk harmaniler kuşanmışlar. Bazılarının boynunda iri boncuklu, göz alıcı kolyeler, iri bilezikler. Başlarında devasa kavuklar şeklinde sarılmış türbanlar… Kuzguni renkte tombulca kadınlar, kulaklarında iri halka küpeler… Kalın dudakların arasından dökülen yakarış nidaları:
“Tanrım, benim için hasımlarımla savaş, beni güçlü kıl. Bu kavgayı kazanmam için yardım et.” derken gözlerinden inci taneleri gibi gözyaşları yuvarlanıyor. Kadın ve erkekleri ayırmak için, duvarı ortadan ayıran bir paravan var. Birkaç kadın, plastik sandalyelerin üzerine çıkmışlar, bağıra bağıra ve neşeyle şarkılar söylüyorlar. Çünkü paravanın öteki tarafında,13 yaşındaki Bar Mitzva çocuğu, tefilinlerini takmış, elinde duran Sefer Tora ile dans ediyor. Ben de sandalyeye çıkmış, onları seyrediyorum. Baba ve ailenin diğer erkek bireyleri, sevinçli ve kıvançlı… Anne sevinçten ağlıyor. Yanında aile efradı var. Kız kardeşler, teyzeler, büyük anneler...
Sandalyeden inip, yoğun kalabalık içinde kendime bir yer bulmaya çalışıyorum. Duvarın soğuk temasını alnımda ve ellerimin içinde hissediyorum. Buraya defalarca geldiğim halde hiç ağlamadım, sadece seyrek olarak dua ettim. Her seferinde nedendir bilmem, büyük bir içtenlikle, her şeye kadir olan Tanrı’ma “Beni Bildiğin Gibi Yap” dedim. Torunlarım; Guy David, Maya ve Sary doğdukları zaman, tapınarak, şükran duaları ettim.
Belki Tanrı’dan çok özel isteklerde bulunsaydım, onlarla sınırlı kalacaktım. Oysa- O- beni bildiği gibi yaptı, çok da iyi etti. Hamdolsun.
Bu seneyi aşırı duygu yüklü ve epeyi hüzünlü ve yorucu geçirdim. Aliyah yapma kararı ve hazırlıkları beni bedensel ve ruhsal olarak hayli hırpaladı. Ülke değiştirmek dile kolay. 40 yıllık evi derdest etmek, sevdiğin yığınla insanla veda buluşmaları, ayrılık hüznü, az buz şeyler değil!
Duvara alnımı dayadığımda, gerçekleşen gençlik hayallerim için, yeniden kavuştuğum yavrularım için şükrettim. Cennetteki anne ve babama sevgi ve özlemlerimi yolladım. Ömrümde ilk kez, adeta bir kız arkadaşıma içimi dökercesine, Tanrı’ma içimi döktüm. Konuştum, anlattım, güldüm, ağladım Ona yakardım ,pişmanlıklarımı, hatalarımı ve öfkelerimi anlattım. Hatalarım için af dilendim. Kızgın olduklarımı affedebilmem için iç sükûnu ve yardım istedim. Önce oldukça sıkıntılıyken, içim birdenbire huzurla doldu ve rahatladım.
“Sevgili Kotel nihayet, senin huzurunda,Tanrı’m’la tam bir birliktelik kurdum. Sana ve –O- na layık bir kavuşma yaşadım. “ Bir sandalyeye oturarak Kotel’i bir tablo gibi seyretmeye başladım;
“Ey yaşlı kız, ey çileli, saçlarına ak düşmüş, yılların yorgunu kız… Bir bilsen etrafında dolaşan fesatları, kinleri, nefretleri ve hırsları ve bir bilsen gönüllerini çağlar boyu sana verenleri, kaderlerini binlerce yıldır sana bağlayan Yahudileri. Bir bilsen senin uğruna dökülen Yahudi kanlarını, verilen mücadeleleri, sana duyulan sonsuz aşkı ve tutkuyu. Bir bilsen senin önünde dökülen yürek paralayıcı gözyaşlarını, yüreklerden kopan yakarıları… Pişmanlıkla dövünen tövbekarların feryatlarını, gökleri delen sesleri ile insanın ruhunda depremler yaratan şofarların seslerini…
Otlar duvarların yarıklarının arasından fışkırmış. Kimi taze, kimi ise kupkuru… Tıpkı yaşam gibi devinim içindeler. Taşların arasında sıkıştırılmış duran binlerce dilek kâğıtçıkları var. Tanrı’ya gönderilen mektupların bir posta kutusu gibisi kıymetli Kotel’im. Sevgili kız arkadaşım.
Birdenbire duvarın üzerinde bembeyaz bir güvercin beliriyor. Zihnim beni yanıltıyor olabilir ama onunla göz göze geliyoruz. Bir birini ilk kez gören ve aşka düşen âşıklar gibi uzun uzun bakışıyoruz.
Ak güvercin aniden kanatlarını bütün haşmetiyle açıyor. Sevgilisi kucaklamak isteyen bir sevgili gibi. Kalbim heyecanla çarpıyor. Meleklerim bana cennetten bir haber mi taşıyorlar? Kimin selamını getiriyor bu kuş? Annemlerden mi? Gelecekteki güzel günlerden mi? Yoksa Yeruşalayim’e ve memlekete barış mı müjdeliyor? Hepsi de güzel, hepsi de kutlu. Güvercin kanatlarını indiriyor. Yine uzun uzun bakışıyoruz. Güvercin silkiniyor ve kanatlarını çırparak gökyüzüne doğru süzülüyor.
Kuşun bembeyaz bir tüyü uçuyor uçuyor ve kucağıma konuveriyor. Ah canım benim, bu bana meleklerimin bir hediyesi. Öylesine huzurluyum ki…
Yeruşalayim’in selametini dileyin;
Seni sevenler rahatta olsunlar.
Duvarların içinde selamet,
Sarayların içinde rahat olsun.
Kardeşlerim ve arkadaşlarım için şimdi derim:
Sende selamet olsun
Tanrı’mız Rabbin evi için,
Senin iyiliğini ararım.
Mizmor 122/ David’in Hac İlahisi