Türk Yahudi’si mi, Türkiyeli Yahudi mi? (1)
- Av.Yakup BAROKAS
- 14 Eyl 2017
- 2 dakikada okunur

Türkiye Anayasası’nın 66. maddesine göre; “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” Keza tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı da“Türk Türk'tür, Türkiyeli diye de bir şey yoktur. Bu kadar açık.” diyor
Sözcü Gazetesi’nde 20 Nisan 2015’de yayınlanan bir söyleşisinde.Gerçekten bu kadar açık mı? Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda Laz,Çerkez, Boşnak, Arnavut, Arap, Kürt, Sünni, Alevi, Yahudi, Ermeni, farklı etnik grupların, farklı kültürlerin aynı potada eritilmesine, bir milletin, bir ulusun yaratılmasına, Türk kimliğinin güçlendirilmesine çalışılmıştır.
İsrail’de de, kuruluş yıllarında, çok farklı ülkelerden gelen Yahudilerin aynı
kimliği benimsemesi için bir nevi asimilasyon politikası uygulanmıştır.
Ancak Türkiye’de “vatandaş Türkçe konuş” gibi abartılı uygulamalarla,
dönemsel olarak da farklılıkları yok sayan bir siyaset sonucu Türk
soyundan gelmeyenlerin ötekileştirildiğini ve vatandaşlık kavramının
anlamını yitirdiğini görmekteyiz.
Nitekim 1930 ve 40’lı yıllarda Trakya olayları ve Varlık Vergisi uygulamasında, azınlıklar yerlerinden sürülmüş ve “yabancı” olarak nitelendirilerek ayırıma tabi tutulmuşlardır.
Eşit vatandaşlık kavramının yerine ırkçı bir yaklaşım olan Türkçülük ön plana
geçmiştir.
Sonraki yıllarda bu ayırımcılık daha az belirgin hale gelmiş, ancak anayasal
bir hak olarak eşit vatandaş sayılması gereken Yahudi’nin yabancı olarak
görülmesine devam edilmiştir.
23.02.2005 yılında Şalom Gazetesi’nde yer alan “Kimliklerdeki din ibaresi”
başlıklı başyazımı aktarmak istiyorum:
“Herkesin belleğinde anlatmaktan hep keyif aldığı bir ‘askerlik dosyası’
vardır. Yıl 1971, 12 Mart sonrası, Tuzla Piyade Okulu’ndayım. İsmim tamam
da soyadım kafaları karıştırıyor; ‘Barakaş’ oluyor, ‘Karakaş’ oluyor. Tabi
diplomaların hazırlanacağı gün ‘gerçek’ ortaya çıkıyor. Kalemde görev
yapan yedek subay adaylarından biri kimliğimi görüyor ve bana; ‘iyi
yutturdun ha…’ diye yarı kinayeli bir edayla sitem ediyor.
Altı aylık dönem tamamlandı, kuraların çekileceği gün gelip çatıyor. İki bin
kişi büyük bir salonda yer alıyoruz. Ben hukukçular arasındayım, 40-50
aday var. O sırada Fransızca özel kuraları çekilmek üzere, katılan sayısı üç.
Arkamdan bir arkadaşım iteliyor; ‘Saint-Joseph mezunu değil misin, ne
duruyorsun?’ Albaya durumu açıklıyorum; ‘tamam, yalnız dördüncü sırada
yer alacaksın’ diyor.
İlk sırayı çocukluk arkadaşım İzak K. çekiyor, dolu; Ankara Genel Kurmay
Başkanlığı… Şansım nerede ise sıfıra iniyor. İkinci çekiyor boş, üçüncü
çekiyor yine boş… Salonda korkunç bir uğultu kopuyor. Belki ikimiz de
Yahudi olduğumuzdan... Bana da Kara Kuvvetleri Komutanlığı nasip oluyor.
Merkezde görev göremeyeceğimizi biliyorduk, ama en azından Ankara’da
olacaktık.
Tayinimiz Mamak’a çıkıyor, tümende tutuklu olarak kimler yok, Deniz
Gezmiş, Hüseyin İnan, Behice Boran vs. Bir süre ‘azılı’ olmayan siyasileri
hamama götürüp getiren Hazır Kıta komutanı olarak görev yapıyorum,
kaçsalar vuracağım…
Ancak bir yıllık hizmet süresinin önemli bir bölümünü vekâleten deruhte
ettiğim İdari-Hizmet Bölümü komutanı olarak geçiriyorum. Bölükteki erlerin
büyük çoğunluğu boksör ve güreşçi, başlarında çalıştırıcı olarak bir kıdemli
çavuş yer alıyor. Ben ise kantine aldırdığım bir tost makinesinden para
kırıyorum, bu geliri de bölüğün bahçe ve binasının boyanmasında,
çiçeklendirilmesinde kullanıyorum.
Terhis günü gelip çatıyor, gidip alay komutanımla vedalaşıyorum. Ayrılırken
arkamdan tabur komutanı ile konuşmasını duyuyorum; ‘Yahudi ama iyi bir
subaydı…’ Ne de olsa övgü dolu sözler… Subay olabilmiş ancak Yahudi
kimliğimden kurtulamamıştım.
NOT: Yazım gelecek hafta devam eedecek.
Comments