top of page

ŞEKER HASTALIĞI ŞEKER YEMEKTEN Mİ OLUR? - 1



Hepimiz diyabet ya da halk arasında bilinen adıyla şeker hastalığının gitgide günümüz insanı için hızla büyüyen bir tehdit oluşturduğunu duyuyoruz. Şişmanlık çağımızın salgını olarak bilinirken, (en azından korona virüsü öncesi) yanında getirdiği en başlıca sağlık sorunu da diyabet oldu. Hem bireyler hem de sağlık sistemleri için ekonomik yükü de cabası.


Bu duruma dikkat çekmek isteyen Uluslararası Diyabet Federasyonu, Dünya Sağlık Örgütü’nün de desteği ile farkındalık yaratmak amacıyla 1991’den bu yana 14 Kasım gününü Dünya Diyabet Günü olarak belirledi. Hazır haftasındayken günümüzün silahı olan doğru bilgiyi mümkün oldukça yayalım istiyorum. Ancak bilinçlenip farkındalık kazanarak davranışlarımızı değiştirebiliriz. Bunun için sizlere üç bölümden oluşan bir yazı serisi hazırladım. Konuyu tam anlamıyla anlayabilmek için bir sonraki yazıları da okumanızı tavsiye ederim.


Haydi başlayalım!

Aslında birçok çeşidi olan diyabetin en sık görülen 2 tipi vardır.

· Tip 1 olarak adlandırdığımız diyabet, otoimmün bir hastalıktır. Genellikle çocukluk döneminde ortaya çıkar. Hastanın pankrası insülin salgılayamaz hale gelir ve hasta bir ömür boyu insülin iğnesine bağlı kalarak ömrünü sürdürür.


· Tip 2 olarak adlandırdığımız diyabet, genetik yatkınlık da olunca yaşam tarzı ile zamanla oluşan bir hastalıktır. Eskiden genellikle 50-60 yaş üzeri görülürdü ancak günümüzde ne yazık ki her yaşta hatta çocuklukta bile tip 2 diyabete rastlar olduk. Duruma göre oral ilaç ya da insüline bağlı olan hasta aynı zamanda hayat tarzında da değişimler yapmalıdır.



Ben oluşumunda daha çok payımız olan ve dolayısıyla da üzerinde daha çok kontrolümüz olan tip 2 diyabetten bahsedeceğim. Öncelikle vücudumuzdaki sistemin nasıl çalıştığını anlayalım.


Yediğimiz gıdaların neredeyse hepsi az da olsa çok da olsa pankreasın insülin hormonu salgılamasına vesile olurlar. İnsülin kanda bulunan glikozu kas, yağ ya da karaciğer hücrelerine sokar. Beynimiz ise glikoza ulaşmak için insüline ihtiyaç duymaz. Bu sebeptendir ki temel besini glikoz olan beynimiz aç karnına olduğumuzda da gayet güzel çalışabilir. Ancak diğer saydığım hücreler insüline bağlıdırlar. Çeperlerindeki bekçi gibi bekleyen diğer maddelerle insülin etkileşime girerek glikozun hücre içine girmesini sağlar. Ekmek yediğimizde de tavuk yediğimizde de balık yediğimizde de fasulye yediğimizde de bu böyledir.


Yemek yediğimiz andan sonraki iki saat içinde glikoz hücreye yavaşça girer ve kandaki glikoz oranı olması gereken aralığa gelir. (70mg/dl-140mg/dl) Ancak tüm gıdalar insülin salgısına vesile olsa da tüm gıdalar bize aynı şekilde glikoz tedarik etmezler. Bunu aklımızda tutup birkaç soru cevaplandıralım.


Glisemik indeks nedir?

Besinlerin 100g lık miktarda tüketildiklerinde kan şekerimizi ne oranda arttırdıklarına bakılarak oluşturulmuş bir çizelgedir. Üç kategoriye ayrılmıştır. Düşük, orta ve yüksek glisemik indeksi olan besinler. Örneğin orman meyvaları düşük glisemik indekse sahipken, beyaz pirinç yüksek glisemik indekse sahiptir. Ancak eğer glisemik indeksten bahsediyorsak ondan daha da önemli olan glisemik yükten de bahsetmek gerekir. Çünkü indeks besinin 100 gramı için belirlenmiş bir sayıyken bizi asıl ilgilendiren kişinin bir oturuşta yediği miktar ve dolayısıyla kan şekerinde oluşan toplam şeker yükü yani glisemik yüktür.


Şayet bir gıda düşük glisemik indeksli diye 500 gr tüketiyorsak, yüksek glisemik indeksli bir gıdadan 100 gr tüketilmesi ile aynı yere varıyor olabiliriz. Yediğimiz karbonhidratları bir kerede yemek yerine öğünlere bölmeliyiz fikrinin arkasında bu hesaplar bulunur.


Glisemik indeksin düşüklüğü besindeki lif miktarına, pişirilme şekline, yanında yağ ya da protein bulunmasına bağlıdır. Örneğin 100 gr portakal suyundansa 100 gr portakal daha düşük glisemik indekslidir. Çünkü meyve suyunda kan şekerinin yükselmesini yavaşlatan lifler dışarıda bırakılmıştır. Ya da patates püresi ve kızarmış patatesi karşılaştırırsak, kızarmış patates daha düşük glisemik indekse sahiptir. Pürede liflerin birçoğu daha biz yemeden parçalanmıştır. Cipste ise yağ sindirimi yavaşlatır ve lifleri parçalamak için vücudun daha çok çiğneme ve öğütme işi yapması gerekir.


Peki açlık şekeri nedir?

Kandaki şeker miktarının 8-10 saatlik bir açlık sonrası ölçülen seviyesidir. (Sağlıklı aralık: 70mg/dl-100mg/dl) Ancak bu değer tek başına bizim sağlık durumumuzu anlamak içi yeterli değildir. İşin içine açlık insülinini de sokmak gerekir. Yani aynı durumda kanda aktif olan insülin miktarı.


Eğer açlık kan şekerimiz optimal aralıkta iken açlık insülin değerimiz de 2mg/dl-8mg/dl aralığındaysa güzel bir tablo olduğunu söyleyebiliriz. Normal aralık 2mg/dl-25mg/dl arası olsa da bu değerin daha düşük olması daha iyi, pankreasın daha az yorulduğunu gösterir. Ancak açlık kan şekerimiz optimal aralıkta ve açlık insülinimiz çok yüksek ise o zaman normal değere ulaşmak için pankreasın çok fazla insülin salgılamak zorunda kaldığını ve bu durumun er ya da geç onu yoracağını ve yol yakınken değişiklik yapmazsak bizi diyabet yoluna sokacağını söyleyebiliriz.

Bir sonraki yazıda devam etmek üzere…

Sevgiyle,

Rosie Sarfati

Commentaires


Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page