Gerçekten yaşadığımız coğrafyayı tanıyor muyuz?
Eğer bu soruyu bana soruyor olsa idiniz, cevabım kesinlikle -HAYIR- olurdu.
İstanbul’da doğup hayatımın yarıdan fazlasını İstanbul’da geçirmiş bir birey olarak acaba ne kadar tanıyorum doğduğum coğrafyayı ve renklerini? Pek tanıyorum sayılmaz. Nedenine gelince belli sınırlar içinde kurulmuş ülkelerin kendi içinde bölünmüş illeri, ilçeleri, köyleri büyük farklılıklar gösterir, örneğin; bir İstanbullu’nun Kars’ı veya Ardahan’ı veya Karadeniz’in yemyeşil tepelerinde kurulmuş bir köyünü gerçekten anlaması mümkün mü? Eğer bir genelleme yapacak olursak, yüzdelik dilim olarak çoğunlukta kalan dilim, yaşantısını hayatının sonuna kadar doğup büyüdüğü alan içinde geçirir.
Bir yöreyi tanımak için, sadece o yöreyi gidip ziyaret etmesi yetmez, doğasını, iklimini, yemeklerini, günlük adetlerini ve daha birçok detayının farkına varmak için o yörede yaşamak gerekir. Aksi halde sadece yapılan gezi bir turistik ziyaret olmaktan ileri gidemez.
Bütün bunlar nereden geldi aklına diye sorabilirsiniz, anlatayım. Yaşadığım coğrafya sınırları dışına çıkıp farklı bir ülkede yaşama kararını vermemin en başta gelen nedenlerinden biri, içimde bitip tükenmeden beni kurcalayan başka yaşamları tanıma isteği idi. Diğer bir deyişle, “acaba oralarda hayat nasıl?” dürtüsü ve o dürtü ile okyanus ötesine geldiğim yetmedi, bir kaç şehir de değiştirdim.
Ne oldu diye sorarsanız, bu değişimleri yaşarken bir kez daha anladım ki aynı ülkede de yaşasanız dahi, gitiğiniz şehirler, köyler değiştikçe, örfler, adetler, hatta insan davranışları da o yörenin iklimine ve toprak yapısına göre büyük farklılıklar gösteriyor.
Vancouver- Montreal- Massueville’e uzanan değişimde tespitlerim bu köşeye sığmaz. Tek cümle ile özetlemem gerekirse, tümü birbirinden çok farklı.
Vancouver’ı bir kenara bırakacak olursak, (çünkü şehir tamamen farklı bir yönde) ve Quebec‘e gelecek olursak, aralarında bir saatlik uzaklık olan iki şehir Montreal ve Massueville ve çevresi arasında birçok geleneksel fark tespit edebilirsiniz. Montreal, nufus yoğunluğu ve illallah dedirten trafiği ve başta konut sorunu gibi belli başlı kentsel sıkıntıları ile, İstanbul’u hiç aratmıyor. Massueville ise sadece beşyüz kişinin yaşadığı ve her yanı tarım ve hayvancılık ile çevrilmiş minicik sakin bir birim ve çevre yerleşim alanları da aynı.
Masseville ve çevresi tarım bölgesi olduğu için, Montreal’de yaşamadığım toprak etkinliklerine burada şahit oldum. Etrafımızın mısır tarlaları olduğundan bahsetmiştim, Ağustos ortasından beri devletin mısır kaynatıp halka dağıtma şenlikleri devam ediyor.Bu etkinliklerin en sonuncusu geçen hafta Fransız dilini geliştirme biriminin, yani okulumuzun yarattığı festival ortamındaki mısır şenliği idi. Koca kazanlarda mısırlar kaynadı, kocaman tereyağı kalıpları masalarda yerini aldı, bir yandan da sosisler kaynatıldı, pamuk şeker tezgahları kuruldu, ve geleneksel müzik eşliğinde tereyağına buladığımız süt mısırlarını patlayıncaya kadar yedik, dans ettik.
Türkiye’de ve dünyada ekonomik anlamda büyük bir değişim var, özellikle bu değişimin Türkiye’de daha sert bir şekilde hissedildiğini görebiliyorum. Eskiden köyden kente göç edenler ve orta sınıf evimi alayım, çocuğumu iyi okulda okutayım maaşım olsun derken şimdi doğaya yakın yaşayayım, huzurum olsun, bir iş yerine otuz yıl köle olmıyayım, trafikte hayatım geçmesin düşücesindeler ve izlediğim Youtoube videolarında birçok eğitimli genç insanın şehir hayatından uzaklaşıp kendilerine toprağa yakın ve üretken bir yaşam kurduklarını gördüm.
Ve mısır şenlikleri ile şehir hayatından gittkçe kaçarak ve sadece mısır koçanı yiyerek ne kadar huzurlu olduğumu düşünürken, ülkelerin refaha ve huzura kavuşması için tek yolun tarıma dönüş olması gerekliliğine bir kez daha inandım.
Massuevillden sevgiler
RahelÇela
Comments